PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : BİR ATATÜRK ÖĞRETMENİ: REFET ANGIN


ZaLiM
08.Ocak.2019, 22:20
BİR ATATÜRK ÖĞRETMENİ: REFET ANGIN

Öğrenci Refet Atatürk, yazı inkılâbı gezisinde 2 Eylül 1928'de Gelibolu'ya da uğramıştı (1). Öğrenci Refet anlatıyor: "Karşılamada ben,Atatürk'e bir buket sunarken tökezleyip düşmüştüm. Atatürk, beni yerden kaldırdı ve iki yanağımdan öptü:
-Acıdı mı kızım?diye sordu. Ben:
-Hayır, acımadı. diye yan?t verdim. Atatürk, yanındakilere:
-Bunun ayağına dikkat edin. diye buyruk verdi"(2). Öğretmen Adayı Refet24 Aralık 1930'da Edirne'de okulları gezen Atatürk, Kız Öğretmen Okuluna da uğramış, sınıflarda dersleri dinlemişti (3). Öğrenci Refet anlatıyor: "Atatürk, okula geldiğinde, kendisine mektep adına bir buket sundum ve şu konuşmayı yaptım:
-Aziz Paşa'm!Türk yurdunun sınır kapısı olan Edirne'ye ve memleketimize gelişiniz bizi çok sevindirdi. Arkadaşlarım adına size hoş geldiniz, diyor ve bu buketi sunuyorum. Lütfen kabul buyurun. Paşa'm! Size ö?retmen olmak için söz vermiştim. Ve işte ö?retmen namzedi olarak karşınızdayım. Atatürk, buketi aldı ve :
-Evet hatırladım. Sen Gelibolu'da düşen ufak kız değil misin? dedi. Atatürk, sözlerine şöyle devam etti:
-Söyle bakalım, ne muallimi olmak istiyorsun? Ben, bir an yanımdaki öğretmenlerime baktım ve dedim ki:
-Riyaziye (Matematik) muallimi olacağım. Atatürk:
-Hayır, seni Riyaziye muallimi değil, Tarih muallimi olacaksın. dedi. Ben:
-Emredin Paşa'm, ama neden?diye yan?t verdim. Atatürk:
-Ha, bak, ben seni küçükken de tanıdım. Sen, o vakit küçüktün; tekrar iki lâf etmesini biliyordun.
Şimdi de seni seçtiklerine göre, sende bir şeyler var. Görüyorum ki çok okuyorsun ve güzel konuşuyorsun. Onun için sen, Tarih muallimi ol. dedi" (4). Tarih Öğretmeni Refet 20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayında İkinci Türk Tarih Kongresi yapılmıştı (5). Bu kongreye katılan Gelibolu Ortaokulu Tarih Öğretmeni Refet Angın anlatıyor: "20-25Eylül 1937 tarihleri arasında yapılan İkinci Türk Tarih Kongresinde delege olarak bulunuyordum. Dolmabahçe Sarayında Kongre çalışmaları devam ederken Afet İnan, beni bir gün Atatürk'e şöyle tanıttı:
-Size, çiçeği burnunda bir Tarih öğretmeni tanıtmak istiyorum. Atatürk, bu söz üzerine dedi ki:
-Çocuk, sen geç kalmışsın; ben, onu tanıyorum. Ben de:"
-Paşa'm, ben emrinizi yerine getirdim ve Tarih öğretmeni olarak emrinizdeyim. dedim. Atatürk:
-Bak, öğretmen olmak kâfi değil; vazife şimdi başlıyor. Şunu iyi bil ki çok iyi öğretmen olacaksın.
Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama daha çok okuyacaksın. Talebelerini çok iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı'nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları'nı sakın unutma! dedi. Ben:
-Efendim, biliyorsunuz, ben Geliboluluyum. dedim. Atatürk:
-Evet, biliyorum.Bak, çocuk; bunu sebep söylüyorum?Bizi, bu günlere getiren Çanakkale Savaşları'dır. Eskaza biz onu kaybetse idik, bugün hür dünya camiası yoktu. diye konuşmasına devam etti. Ben ise:
-Tamam, Paşa'm! Emredersiniz! şeklinde karşılık verdim. Atatürk, sözlerine şunları da ekledi:
-Bak, çocuk; sana bir şey daha söyleyeceğim. İnkılâpları ve ilkeleri yaşatacaksın. Gerektiğinde mücadele edeceksin. Sakın ha, unutma! Ben:
-Paşa'm, nasıl unuturum? Cumhuriyeti nasıl kazandık? Siz, Ulu Kahraman Atatürk'sünüz. diye yan?t verdim. Atatürk, sözlerini şöyle bitirdi:
-Biliyorum; ama, tekrar unutma diyorum..."(6) BEN HERŞEYDEN ÖNCE ÖĞRETMENİM Atatürk, bir akşam (1937), sofrasında sık sık konuk ettiği Behçet Kemal'e dönerek: -Sen acele şiir yazarsın, şu içerideki odaya çekil, bende hangi nitelikleri görüyorsan hepsini anlatan bir şiir yaz, emrini verdi. Behçet, derhal içeri odaya geçti; aradan yarım saat geçti geçmedi bir aka manzume ile döndü. Atatürk:
-Oku bakalım. dedi. Behçet, mısralarını ses değerini vurgulayarak, o canlı ve sevimli okuyuşu ile manzumeyi söylemeye başladı. Bunda Atatürk'ün yiğitliği, zaferleri, devrimleri bir bir dile geliyordu. Fakat her vakit Behçet'e bol bol iltifat eden Atatürk, durakladı, yüzünde bir gölge dolaştığını hissetim.
-Behçet olmamış. dedi. Benim asıl bir niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın. Hepimiz şaşırmıştık. Bu yazılmayan niteliği ne olabilirdi? Atatürk, bizi çok bekletmedi ve:
-Benim asıl niteliğim, dedi, öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın. Bir öğretmen olarak ve öğretmenin misyonuna inanmış birisi olarak heyecandan ve gururdan ağlayasım geldi. İmkân olsaydı ellerine kapanmak isterdim. Öğretmene böyle bir ulu saygıyı en ulu bir ağızdan işitiyordum. Gerçek de bu idi. 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak bastığı vakit yapayalnız bir adamdı. Yapmak isteyip de gizlemek zorunda olduğu şeyleri düşündükçe bu yalnızlık heybetleşiyor, ulus elbette ki her zamanki gibi mert ve fedakâr bir milletti. Fakat onu kandıranlar bu "gök gözlü Paşa"nın İslâmiyet'e ihanet edeceğini söyleyen cahillerin ve ajanların etkisi altında idi. Tek tük fertler dışında gerçek bir aydın tabakası da var değildi. Bu "gök gözlü Paşa" yalnız hilâfet ve saltanatı kaldırmakla kalmayacak, dini yüzyıllardan beri içerisine düştüğü siyaset çamurundan çıkaracak, olumlu bilimleri hayata egemen kılacaktı. Lâik bir devlet kuracaktı. O günlerde memleketin yarısı yabancı işgali altında idi. Daha kötüsü ümitler sönmüştü ve çoğu insanlarımız bir aka devletin himayesini aramakta idi. Böyle bir günde o, "Ya istiklâl, ya ölüm!" dedi. Bu korkunç engelleri aşmak ve milletine yepyeni bir kimlik kazandırmak için ebedi sabırda bir öğretmen olması gerekirdi. Neyi başarmışsa hep bu öğretmenliği sayesinde başarmıştı (7). (1) Cumhuriyet Gazetesi, Sayı:1552, 3 Eylül 1928, s.2.(2) Özel Görüşme,İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü, 2 Aralık 1990. (3)Resmî Edirne Gazetesi, Sayı: 209, 28 Aralık 1930, s.1.(4)Özel Görüşme... 1990. (5)Cumhuriyet Gazetesi,Sayı: 4798-4803, 21 Eylül 1937-26 Eylül 1937, s.1.(6) Özel Görüşme... 1990.(7)Atatürk'ten Anılar-O Günlerden Bu Günlere Bir Bakış, Güven Matbaası, Ankara, 1978, s.26-27. Ord. Prof.Dr. Sadi IRMAK