PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Üç Arkadaşın Hikayesi


Nartanesi
08.Ocak.2019, 22:15
Bugün seni özledim sevgili aynacık. Derhal akşam olsun istedim. Çünkü benim için hazırladığın güzel masalları özlemiştim. Çağırdım çağırdım, gelmedin. Şöyler misin, masallar hep gece olunca mı okunmalı?

Ve aynacık ay gökyüzüne çıkar-çıkmaz, soluğu padişah kızı’nın yanında almış. Masalı anlatmaya başlamadan evvel ona şunları söylemiş: Masallar gecenin karanlığında yaşar. Hem uyumadan evvel anlatılsın ki güzel rüyalar göresin. Haydi şimdi dinlemeye başla…

Baratis adındaki bir ülkede kış mevsimi çok uzun geçermiş. Öyle soğuk olurmuş ki; ilkbahar hiç gelmeyecek sanılırmış. Artık insanlar soğuk gecelerden sıkılırlarmış. Dua ederlermiş. Sıcak günlerin gelmesini isterlermiş.

Bahar gelir-gelmez de insanlar kendilerini sokağa atarlarmuş. Kırlarda gezintiye çıkarlar, çiçek toplarlarmış. Çocuklar tüm kış boyunca dışarıda oynauamadıkları oyunların tadını doya doya çıkarırlarmış.

Kışın donan nehirler, gürül gürül aköaya başlarmış. Boyunlarını büken ağaçlar gökyüzüne doğru uzanırlarmış. Yani ilkbahar tüm güzelliğiyle gelirmiş insanların arasına.

İşte bu ülkede uzun kış mevsiminin ardından bu güzel baharlardan birisi çıkagelmiş. Çoluk-çocuk insanlar kendilerini sokaklara atmışlar. Bu insanlar arasında üç adet can-ciğer arkadaş varmış. Bunlar da tabîatın tadını çıkarmak için yemyeşil dağlara tırmanmaya başlamışlar. Konuşa konuşa yürüyorlar, ağır ağır ormanın derinliklerine dalıyorlarmış.

Bir süre sonra yorgunluk hisseden bu üç arkadaş iri bir çam ağacının gölgesine oturmuşlar. Az ileride usulca akan bir derenin şırıltısını duyuyorlarmış. Bahar yeli yaprakları hafif hafif sarsıyormuş.

Bu üç arkadaş sohbet ederken, birisinin eline çiviye e? bir şey batmış. Elini kanatan şeyi merak eden adam toprağı sıvazlarken ani demir bir kapak yerinden oynamış İyice meraklanan adam kapağın altında ne olduğunu öğrenmek istemiş ve kapağı kaldırmış. Bir de ne görsünler, içeriye doğru uzanan karanlık mı karanlık daracık bir yol çıkmış ortaya. Önce ürkmüşler karanlıktan. İçeri girmekten çekinmilşer. Ama bir cesaret gelivermiş üzerlerine başlamışlar yürümeye.

Yirmi adım ancak yürümüşler, ani jarşılarına üç adam boyunda bir kapı çıkmış. Korkarak itmişler kapıyı. Bu kapı, aka bir odaya açılıyormuş. Üç arkadaş hayretler içinde kalmışlar. Sanki odanın içinde güneşten bir parça varmış. Parıl parıl parlıyormuş oda. Çil çil altınlar, grup grup duruyorlarmış yerlerde. Yakutlar, elmaslar, inciler…

Çılgına dönen adamlar öücevherlerin içine atmışlar kendilerini. “Zengin olduk, varl?kl? olduk” diye bağırıyorlarmış. Bir süre sonra yorulmuşlar ve bir köşeye oturmuşlar. Birisi;

- Bu mücevherleri nasıl taşıyacağız, diye sormuş.

Diğeri ibir dü?ünce atmış ortaya:

- Ben şehre gideyim. Siz burada bekleyin. Atları alıp derhal dönerim. Sonra da hep birlikte yola koyuluruz.

Bu dü?ünce kabul edilmiş. İkisi beklemeye başlamışlar, üçüncüsü şehre doğru yola çıkmış. Giderken aklına öyle fena düşünceler girmiş ki; arkadaşlarını öldürmeye karar vermiş. Şöyle düşünmüş:

- Neden o kadar parayı üçe böleyim ki? Paranın tamamı benim olabilir.

Bu düşünceden bir türlü vazgeçemiyormuş. Eve varınca karısına;

- Artık çok varl?kl? olacağız, demiş. Derhal tencereler dolusu a? hazırla. Arkadaşlarım acıkmıştır. Onlara götüreceğim. Ben çarşıya gidiyorum, almam gerekenler var.

Adam evden çıkmış, tanıdığı ne kadar kişi varsa bir bir ziyaret etmiş. Atlarını bir süre için ödünç almış. Eve dönerken güçlü bir agu satın almayı da unutmamış. Heyecanla eve gelmiş, karısının yemekleri hazırladığını görünce daha bir heyecan kaplamış yüreğini.

Karısı görmeden cebindeki zehiri çıkarmış, yemeklere koyup bir güzel karıştırmış. Daha çok vakit kaybetmeden yemekleri yanına almış ve atlarla yola çıkmış. Giderken de düşüncelere dalmış:

- Şimdi arkadaşlarım ne çok meraklanmışlardır. Pek de acıkmışlardır. Kimbilir nasıl da yiyecekler bu lezzetli yemekleri. Ben de onları seyredeceğim. Yaşasın hazinenin tamamı benim olacak. İkisini de öldüreceğim.

Fakat hazinenin yanında kalan iki arkadaşı da boş durmamışlar. Onların da akıllarında fena düşünceler gezinmekteymiş. Aralarında şöyle konuşmuşlar:

- Gelir-gelmez onu öldürmeliyiz. Neden hazineyi üçe bölelim ki? İkiye böleriz daha çok paramız olur.

Heyecanla bekliyorlarmış. Biri kapının sağ köşesine, diğeri kapının sol köşesine yerleşmiş. Saatler geçmiş aradan ve son atların nal seslerini duymuşlar. Adam da arkadaşlarına seslene seslene geliyormuş:

- Ben geldim. Güzel güzel yemekler getirdim size.

İçeriden mutluluk çığlıkları yükselmiş, ama yerlerinden kımışdamamışlar:

- Hoşgeldin, sevgili dostumuz. Gözümüz yollarda kaldı. Nerelerdeydin? Bizi merakta bırakman hiç doğru değil.

Adam yavaş yavaş odaya doğru yürümüş. Tam kapının ağzına gelmiş ki; ikisi ani adamın üzerine atlamışlar. Bir çırpıda öldürüvermişler arkadaşlarını. Hiç de üzülmemişler bunu yaptıkları için. Güle-oynaya yemekleri önlerine çekmişler. Başlamışlar afiyetle yemeye. Ama pek kısa bir aradan sonra agu etkisini göstermiş. İkisi de ne olduğunu anlayamadan son nefeslerini vermişler.

Böylece hazineye üçü de sahib olamamış. Açgözlülükleri yüzünden hazinenin tamamını kaybetmişler. Paylaşmanın ne kadar güzel, insanları sevmenin ne kadar ulu bir his olduğunu hiçbir vakit öğrenemedikleri için canlarından olmuşlar. Bu hayatta paradan güzel öyle çok şey var ki