PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Teknoloji Nedir? Teknolojinin Yararları Ve Zararları


Cache
09.Ocak.2019, 00:13
Teknoloji Nedir? Teknolojinin Yararları Ve Zararları

Teknoloji Nedir?

Sözlük anlamı "bilginin, sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması" demek olan teknoloji, geniş anlamda, araştırma, geliştirme, üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası hizmeti kapsayan bir endüstri sürecinin, etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi ve becerilerin tümüdür. Teknolojik yenilik de, "üretim süreçlerinde yenilik, yeni ürünler ve yeni kurumsal örgütlenme biçimleri" olarak tanımlanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde, mahsul rekabeti, bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüştür. Klasik anlamda rekabet gücünü belirleyen faktörler arasında doğal hammadde kaynaklarının bolluğu, ucuz işçilik gibi esas üretim faktörleri yer alırken, günümüzde ileri ve özellikli üretim faktörleri belirleyici duruma gelmiştir. İleri üretim faktörleri, nitelikli iş gücünü, Ar-Ge altyapısını, ça?da? bir haberleşme ağını ve bilişim (enformasyon) teknolojilerinin etkin kullanımını içerirken, özellikli üretim faktörleri, belirli alanlarda yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü ile bilgi ve deneyim birikimini içermektedir.
Diğer yandan, başta elektronik, enerji, bilişim, uzay, biyomühendislik, organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii, en yüksek oranda katma değer yaratan, dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan endüstri dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.




Teknolojinin Önemi
Sanayileşmenin en belirgin ögesi teknoloji üretebilmektir. Teknoloji üretebildiğiniz, bilgiyi mahsul tasarlamada kullanabildiğiniz takdirde ticarette rekabet üstünlüğünü, savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlayabilirsiniz. Kimse kendisine üstünlük sağlayan bir şeyi başkasına vermeyeceğine göre salt teknoloji transferi yaparak sanayileşmemiz ve kalkınmamız, savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlamamız olası değildir. Bu nedenle gaye kendi teknolojimizi kendimizin üretmesi olmalıdır. Kendi teknolojisini üreten bir sanayileşme ile milli ekonomiye, ülkenin mühendislik gücüne ve milli teknolojiye en yüksek katkıyı sağlayabilir, beyin göçünü önleyebilirsiniz.
Teknolojiyi kısaca bilimsel bilgiden yararlanarak yeni bir mahsul geliştirmek, üretmek ve hizmet desteği sağlamak için lüzumlu bilgi, beceri ve yöntemler bütünü olarak tanımlayabiliriz. Bu duruma göre orijinal üretim için lüzumlu safhaları da dörde ayırabiliriz.

ØBilimsel bilgiye ulaşmak veya geliştirmek
ØBilgiden faydalanarak bir mahsul tasarlamak (tasarım yeteneği veya teknolojisi)
ØTasarlanan bir ürünün üretim tekniklerini belirlemek (üretim teknolojisi)
ØÜretim

Bir mahsul geliştirmek için lüzumlu malzeme ve ekipmanı çeşitli kaynaklardan bulabilirsiniz. Bu nedenle mühim olan tasarım yeteneğine sahip olmaktır. Tasarım yeteneğine sahipseniz her şeyi yapabilirsiniz. Bağımsızlık da bundan sonra gelir.
Teknoloji ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemekte ve uluslararası yarışta, sahibine aka bir ticari üstünlük sağlamaktadır. Dünya ulusları teknoloji üretebilenler ve üretemeyenler olarak ikiye ayrılmakta, teknoloji üretemeyen uluslar az gelişmiş uluslar olarak sınıflandırılmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde, mahsul rekabeti, bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüştür. Klasik anlamda rekabet gücünü belirleyen faktörler arasında doğal hammadde kaynaklarının bolluğu, ucuz işçilik gibi esas üretim faktörleri yer alırken, günümüzde ileri ve özellikli üretim faktörleri belirleyici duruma gelmiştir. İleri üretim faktörleri, nitelikli iş gücünü, Ar-Ge altyapısını, ça?da? bir haberleşme ağını ve bilişim (enformasyon) teknolojilerinin etkin kullanımını içerirken, özellikli üretim faktörleri, belirli alanlarda yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü ile bilgi ve deneyim birikimini içermektedir.
Diğer yandan, başta elektronik, enerji, bilişim, uzay, biyomühendislik, organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii, en yüksek oranda katma değer yaratan, dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan endüstri dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.


Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Bilimsel Araştırmalar, Teknoloji Geliştirme Çalışmaları ve Üretim Teknolojileri Arasındaki İlişki

Bu nedenle de günümüzde, ülkelerin, bilhassa bu alanlarda sahip oldukları ilim ve teknoloji altyapıları ve bu altyapıyı endüstri süreçlerinde kullanarak ürüne, dolayısı ile toplumsal refaha dönüştürebilme yetenekleri, gerek ekonomik, gerekse politik açıdan stratejik öneme sahip, dikkatlice korunması gereken milli varlıklar olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde, sahip oldukları bilimsel ve teknolojik bilgiyi, entegre süreçler içinde ürüne ve toplumsal refaha dönüştürebilen ülkeler ile bu süreç entegrasyonunu başaramamış ülkeler arasındaki anlayış ve uygulama farkı, gelişmiş ve gelişmekte olan memleket tanımlamasında kullanılan mühim araçlardan biridir.
Gelişmiş ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalar, bu araştırmalar sonucunda geliştirilen yeni teknolojiler ve bu teknolojilerin yeni üretim ve mahsul teknolojilerine dönüşmesi süreçleri, iç içe, biribirini takip eden süreçler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD, Almanya ve Japonya gibi ülkeler bu kategoride yer almaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde ise bu süreçlerin entegrasyonu zayıftır. Türkiye gibi dünya ilim literatürüne katkısı az olan ülkeler ve hatta eski SSCB ve Hindistan gibi dünya ilim literatürüne katkısı yüksek ancak bu birikimi toplumsal refaha dönüştürememiş ülkeler ikinci sınıfa giren ülkeler olarak değerlendirilmektedir.
Bilimsel araştırmalar açısından bakıldığında, bu ülkeler, gerek bilimsel ve akademik kuruluşlar, gerekse ilim adamları düzeyinde işbirliği ve bilimsel çalışmalara katılım açısından, gelişmiş ülkeler ile sıkı ilişkiler içinde olabilmektedir. Ancak bu ilişkiler ve yapılan çalışmalar ile kazanılan bilgi birikimini, teknolojiye ve ürüne dönüştürecek mekanizmaların gelişmemiş olması nedeniyle, bu ülkelerin yeni teknolojiler ile tanışması nadiren bu teknolojilerin gelişme safhasında, çoğunlukla da bu teknolojilerin üretim ve mahsul teknolojilerine dönüşmesinden sonra, "teknoloji transferi" ile olas? olmaktadır. Ancak, bu şekilde sahip olunan teknolojiyi, yeni türev teknolojilerin gelişimini sağlayacak "Ar-Ge /tasarım teknolojisi" olarak değil, belli bir ürüne hususi "üretim teknolojisi" olarak değerlendirmek gerekir.
Bilim ve teknoloji temelli bir endüstri dalı olan savunma sanayii, gelişmekte olan ülkeler için bu menfi tabloyu ortadan kaldırabilecek bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır. Savunma sistemleri tedarik süreçlerinin, hem savunma ihtiyaçlarının karşılanması hem de kritik teknolojilerin edinilmesi ve ülkenin teknoloji alt yapısının geliştirilmesi amacıyla kullanılması, gelişmiş ülkeler tarafından başarıyla uygulanan bir bilim-teknoloji-üretim süreçleri entegrasyonu yöntemdir. Savunma harcamalarına aka kaynaklar ayrılan ülkemizde de, hem bilimsel araştırma, yeni teknoloji üretme ve yeni mahsul geliştirme süreçlerinin entegrasyonu, hem de bu çalışmaları toplumsal refaha dönüştürülebilecek mekanizmaların kurulması için, savunma sanayiini esas platform olarak belirlemek en doğru yaklaşım olacaktır.


Bilim ve Teknolojideki Son Gelişmeler.

20. yy ilim ve teknolojinin gelişmesinde altın çağını yakalamış, insan hayatında vazgeçilmez bir rahatlık sağlamıştır. Ilim hiçbir vakit durağanlık göstermemektedir. Bilimin sınırları genişlerken; dünyanın sanıldığı kadar aka olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde ilim olağanca hızıyla ilerlemekle beraber insan hayatının olmazsa olmazları arasına girmeyi başarmıştır. Bilimin sonucu olarak ortaya çıkan teknoloji hayatımızı her alanda kolaylaştırmayı başarmıştır.
Bilim ve teknoloji arasında sıkı bir ilişki bulunmakta, birbirlerini tamamlamaktadırlar. Bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken, teknolojik gelişmeler de bilimsel araştırmaların daha müsait şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel gelişmeyi hızlandırmaktadır .
Rönesans ve reformla beraber bilimdeki gelişmelerin temelleri atılmış, bilimsel gelişmeyi engellemeye çalışan tüm olumsuzluklar da ortadan kalkmıştır (Kilise ve Dinin Etkisi gibi).
İnsanlar, tanrıbilimsel gerçeklerden sıyrılıp içinde yaşadıkları dünyayı ve bu dünya ile ilgili sorunları keşfetmişlerdir. Bu gibi gelişmelerin sonucunda da bilimsel gelişmeler başlayıp zamanla hız kazanmıştır.
Bilim ve teknolojinin ortaya çıktığı tarihten itibaren insanlar içinde yaşadıkları dünya ile yetinmemişlerdir. Uzayı merak etmişler, uzayın sırlarını çözmek amacıyla gizemli bir yolculuk, sistemli bir çalışma içerisine girmişlerdir. Sıvı yakıtlı motorların bulunması ile uçaklar ulaşım aracı olarak kullanılmaya başlanmış, insanlara ?rak gibi görünene mesafeler artık ortadan kalkmıştır. Bunun sonucunda insanların uzaya gitme isteği iyice artmıştır .
Uzayı tanımlayacak olursak; güneşi gezegenleri uyduları, yıldızları, sayısız galaksiyi içine saha boşluktur. Bu sınırsız boşluk içersinde bulunana gök cisimlerinin her biri dünya yüzeyindeki toz parçacıkları kadardır. İlk çağ filozoflarından başlayarak bir çok ilim adamı uzayı tanımlama çabası içerisine girmişlerdir. Örneğin; Galile’nin gök bilimleri ile ilgili çalışmaları olmuştur. Teleskopla gözlemler yapmış, şu anki ilim adamlarımızın bile sonucuna ulaşamadıkları bir araştırma çizgisini başlatmıştır. Kepler ise; gezegenlerin yörüngelerinin üzerine çalışmalar yapmış, elips şeklindeki hareketleri saptamayı başarmıştır.
Günümüzde ise uzaya ulaşma çabası dünya üzerinde milletler arası çatışmaya yol açmakta, hızlı bir yarışın olmasına sebep olmaktadır.
“İlk aya yolculuk planlarının NASA başlatmıştır. Başka John F. Kennedy’nin 25 Mayıs 1961’de kongrede bir hususi oturumda yaptığı konuşmada “önümüzdeki 10 yıl içinde bir adamın aya gitmeyi ve dünyaya dönmeyi başaracağına inanıyorum” sözleri bu çalışmaların daha da hızlandırmıştır soğuk savaş döneminde feza çalışmaları konusunda da Sovyetler Birliği ile yarışan Amerika feza harcamaları için aka bütçeler ayırıyordu. Aya gönderilecek uzaya aracı için çalışmalar uzun bir süre devam etti. Bu çalışmalar sırasında yapılan test uçuşlarından birinde NASA 3 astronotunu kaybetti” “Sonunda 16 Temmuz 1969’da Neil Armstrong, Edwin Aldrin Jr. ve Micheal Collins adlı üç astronotu taşıyan Apollo 11 tarihe geçecek ay yolculuğuna çıktı. Apollo 11, 19 Temmuz’da ay yörüngesine girdi. Kartal(EAGLE) adlı modül ay yüzeyine başarıyla indi ve Armstrong aya ayak basan ilk insan olarak tarihe geçti. Armstrong’un ardından Edwin Aldrin’de yüzeye indi. Ay toprağından örnekler alan, bazı bilimsel deneyler yapan ve Amerikan bayrağını aya diken iki astronot görevlerini başarıyla tamamlayarak dünyaya döndüler” İlk aya yolculuğun tamamlanmasının ardından tartışmalar da başladı. Bu tartışmalara sonunda uzayda yaşam olup olmadığı konusu üzerinde durulmaya başlandı. İnsanın bir ortamda hayatını devam ettirmesi için; atmosfer, radyasyon ve yerçekiminin bulunması gerekmektedir. Özellikle atmosfer canlı yaşamı için çok önemlidir.Dünyamızda x oranında azot, ! oranında oksijen bulunmaktadır. Feza boşluğunda ise hava olmayıp sadece bir miktar gaz bulunmaktadır. Bu nedenle uzaya giden araçların içerisinde hava tankları bulunmaktadır. Feza tamamen soğuktur. İnsan ise sadece belirli sıcaklık ölçütleri içersinde yaşayabilmektedir. Bu nedenle feza aracında ısı sistemi de olmalıdır.
İnsan oğlu çıplak iken feza boşluğunda kalıcı ziyan görmeden 30 saniye kadar yaşayabilir. Nefesinin tutmamak kaydıyla 30 saniye boşlukta kalan insan patlamaz, donmaz ve bilinci tamamını kaybetmez. 30 saniye sonlarında oksijen yokluğu sonucu ?uur kaybı oluşmaya başlar. 1 veya 2 dakika sonra ise yaşam faaliyetleri tamamen durur ve insan hayatını kaybeder.
Uzayda karşılaşacağımız diğer bir mesele ise yer çekimidir. Dünyadan uzaklaştıkça yer çekimi azalmaktadır. Aralarında aksi bir orantı vardır. bu yüzden uzayda yer çekimi yoktur.
Günümüzde insanlığın ortak amacı her şeyden haberdar olma, uzayın tüm olanaklarından yararlanmaktır. Şu anda uzayda Türksat adlı bir uydumuz bulunmaktadır. Uydumuz sayesinde haberleşmenin gücü hızla artmıştır.
İletişim kurmanın en basit yolu konuşmaktan geçer. Karşımızdaki insanların duygularımızı ve isteklerimizi anlatmanın diğer bir yolu da el kol hareketleridir. Fakat bunların dışında da ilkle haberleşme yolarlı vardır: Atlı elçilerle, dumanla ve güvercinler gibi.
Karadeniz Bölgesi’nde bulunan köylerimizin bazılarında yer şekillerinin de etkisi ile dağınık yerleşme görülmektedir. Evler arasındaki ara ?rak odlundan dolayı insanlar ıslıklarla iletişim kurmaktadırlar. Her ıslık tonu başka bir ablam anlat?m eder. Fakat sadece insanlar için değil toplumlar içinde iletişimin önemi büyüktür.
İnsanların uzaktan haberleşmesine imkan veren teknik araçlar Fransız Devrimi’nden derhal sonra optik telgrafın bulunması ile gelişim sürecine girdi.
1837’de elektrikli telgrafın bulunması ile iletişim çağı başlamıştır.
Telefon 1876 yılında Graham Bell tarafından bulundu. İnsan sesinin iletiminde evvel memleket içerisinde daha sonra da ülkeler arasında yayılmasına imkan verdi. Bu yenilik bir çok kaygıyı da beraberinde getirdi. ABD’de benimsendi ve daha sonra ülkeler arasında yayılmaya başladı. 19. yy’da etkileşim ağları kurulmaya, insanlar arasındaki etkileşim gelişmeye başladı.
“Tarihte ilk ses kaydı 1877 yılında Thomas Edison tarafından yapılmıştı. Son 20 yılda yaşanan gelişme ise gerek ses kalitesinde gerekse şiddetle kayıt sisteminde mükemmeli yakalamayı hedeflemektedir”
İnsanlar, aralarındaki ara ne kadar ?rak olursa olsun birbirleri ile kolayca iletişim kurmaktadırlar. Örneğin; bir faks makinesi birkaç dakika evvel Türkiye’de bir fotoğrafı yayınlarken birkaç dakika sonra New York veya Tokyo’da yayınlayabilmektedir.
20. yy’daki en aka gelişme hiç kuşkusuz bilgisayar teknolojisinde yaşanmıştır. İnternet ağının kurulması sonucunda bilgisayar ve internet; evlerimizi, işyerimize hatta günlük hayatımıza kadar girmeyi başarmıştır. Bilgisayar teknolojisi beraberinde çok aka yenilikler ve kolaylıklar getirmişti. Örneğin; bilgisayar hayatımıza girmeden evvel nakit yatırma işlemleri için bankalarda saatlerce sıra beklerken şu anda internet sayesinde işlemlerimizi en kısa zamanda gerçekleştirebilmekteyiz.
Biliyoruz ki bu teknoloji burada kalmayacak, insanlar yaşadığı sürece teknoloji de ilerleyecektir. Şu an bize dü? gibi gelen çoğu araçlar hayatımıza girecek ve hayatımızı kolaylaştırmaya devam edecektir.


Türkiye'nin Teknoloji Geliştirme Koşul ve Olanakları

Bilim ve teknoloji söz konusu olduğunda, Türkiye’nin, yer aldığı sistem içindeki diğer ülkelerden (diğer OECD ülkelerinden ya da G.Kore, Tayvan gibi yeni sanayileşen ülkelerden) çok daha farklı bir tutum izlediği görülüyor. Türkiye’nin teknoloji geliştirme koşul ve olanaklarını irdelerken, önce, bu farklılığı ortaya koymakta yarar vardır. Gözlenen farklar birkaç noktada toplanabilir:

* Türkiye, ilim ve teknoloji yeteneğini yükseltebilme ve bu çerçevede günümüzün jenerik teknolojilerine egemen olma, bu teknolojiler tabanında ‘innovation’ yeteneğini kazanma konusunda, sistem içindeki diğer ülkelerin aksine, hiç ivecen değildir ve onlardan bir hayli geride kalmıştır. Ne cemiyet katlarında ne de siyasi partiler düzleminde, gecikildiği için endişe duyulduğu izlenimini almak mümkündür. Siyasi kadroların, vakit zaman, ilim ve teknolojiye ehemmiyet verilmesi gereğini vurgulamalarına karşın, bu yalnızca, altı boş siyasi bir söylem düzeyinde kalmakta; hatta, çoğu zaman, siyasi bir prim getirmeyeceği kanısıyla olsa gerek, ilim ve teknoloji konuları, bütünüyle siyasi gündemden düşürülmektedir.
* Bu umumi gözlemi doğrulayan kanıtlar ortadadır:

Sistem içinde yer saha diğer ülkelerin hepsinin, ilim ve teknoloji alanında uyguladıkları milli bir politikaları; milli hedefleri, bu hedeflere erişmek için izledikleri milli strateji ve planları vardır.
Türkiye’nin ise, herhangi bir hükümet programının ya da siyasi bir programın parçası olarak benimsenmiş ve uygulamaya konmuş, milli bir ilim ve teknoloji politikası yoktur. Bu saptama, Türkiye’de, ülkenin ilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmeye yönelik siyaset ya da strateji önerileri olmadığı anlamına gelmemektedir. Öneriler vardır, hükümetlere sunulan tasarılar vardır; ama bunlar siyasi bir program haline dönüşmemekte ve hayata geçmemektedir. Bu tasarılardan biri, 1980'li yılların başında, dönemin ilgili Devlet Bakanı'nın eşgüdümünde, 300 kadar ilim adamı ve uzmanın katılımıyla hazırlanan Türk Ilim Politikası: 1983-2003’tür. Bu dokümanla, ilk kez, ayrıntılı bir ilim ve teknoloji politikasıortaya konmaya çalışılmıştır. Burada teknoloji konusu da bir ana motif olarak ele alınmış ve öncelik verilecek teknoloji alanları belirlenmiştir. Bu yeni yaklaşım, ilim ve teknoloji politikalarının, ekonominin yönetiminde ve toplumsal yaşamın başlıca faaliyet alanlarının düzenlenmesinde rol saha unsurların da (ilgili bakan ve üst düzey bürokratlar, hükümet dışı kuruluş temsilcileri v.b.) katılımıyla belirlenmesine imkan tanıyan yeni bir kurulu? yaratmıştır: Ilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK).
Ne var ki, Türk Ilim Politikası: 1983-2003 hayata geçirilememiştir. 1983'te kurulan, ancak, ilk toplantısını 9 Ekim 1989'da, ikincisini ise 3 Şubat 1993'te yapabilen, o günden bugüne bir daha toplanamayan BTYK'ya da işlerlik kazandırılabildiği söylenemez.
Halen, Türkiye'nin Ilim ve Teknoloji Politikası konusundaki resmi doküman, BTYK'nın ikinci toplantısında karar altına alınan Türk Ilim ve Teknoloji Politikası: 1993-2003'tür. Altını çizerek belirtmek gerekir ki, devletin üst düzeyde yetkili bir kurulu, kendisine sunulan bir tasarıyı, bu dokümanla, uygulanması gereken bir karar haline dönüştürmüştür. Üstelik bu dokümanda ifadesini bulan siyaset 1995 başlarında Yüksek Planlama Kurulu'nca VII. Beş Yıllık Plan Döneminde Öncelikle Ele Alınması Öngörülen Esas Yapısal Değişim Projeleri Kapsamındaki Ilim ve Teknolojide Atılım Projesi Çalışma Komitesi Raporu (24 Şubat 1995) ile geliştirilerek somut bir zemine oturtulmuş ve bu proje VII. Beş Yıllık Plân'ın ana eksenlerinden birini oluşturmuştur. Ama, söz konusu projeyi, Plan dokümanının sayfalarından alıp hayata geçirecek bir siyasi sahip ya da kararlılığın var olduğuna ilişkin kuvvetli bir kanıt henüz ortaya çıkmamıştır.
AR-GE faaliyeti, sisteme iç tüm ülkelerde, devletçe en çok desteklenen, devletin en çok subvansiyon sağladığı alandır. Ama, Türk takımlarının vatan dışındaki maçlarını izlemeye gidiş dahil, akla gelen derhal her alanda teşvik edici önlemler uygulayagelmiş olan Türkiye, ancak geçen yıl, 1 Haziran 1995’te, diğer ülkelerdekiyle karşılaştırılabilir çapta bir AR-GE desteği uygulamasını başlatabilmiştir. Bu da ancak, Uruguay Turu Nihaî Senedi’nin devlet subvansiyonlarına ilişkin düzenleyici hükümlerine ve AB mevzuatına ahenk yaklaşımı çerçevesinde gündeme gelmiştir; içsel bir dinamik, örneğin, endüstri kesiminin baskısı sonucu değil...
Sistem içindeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin, kendi milli ‘innovation’ sistemini kurmada çok gerilerde kaldığı; bu sistemin oluşması için, TÜBİTAK ve TTGV gibi kurumların ve bazı üniversitelerin gösterdiği gayret dışında, konunun milli düzeyde, bir tüm olarak ele alınmadığı; hatta, konuya yakın olması gereken pek çok etraf için, kavramın kendisinin bile yeni olduğu bilinen bir gerçektir.
Sistem içindeki tüm diğer ülkeler, milli ‘innovation’ sistemlerinin ayrılmaz bir parçası olan ve bundan da öte, kendilerini, geleceğin enformasyon toplumuna taşıyacak, milli enformasyon şebekelerini, hazırladıkları master planlar-eylem planları çerçevesinde kurmaya başlamış ve bu ülkelerde, bu atılımın fiili sahipliğini iş başındaki hükümetler, siyasi liderler üstlenmişken Türkiye’deki siyasi partiler, böylesi bir altyapı ve bununla ilintili milli bir master plan gereği üzerinde, henüz herhangi bir duru fikre sahip değillerdir (BTSTP, Mayıs 1995; TÜBİTAK, Haziran 1995).
Türkiye’nin ilim ve teknoloji yeteneğini geliştirme konusundaki, pek de duyarlı olmayan yaklaşımını doğrulayacak başka pek çok kanıt bulunabilir. GSYİH’den AR-GE harcamalarına ayrılan pay, hususi sektör endüstri kuruluşlarının yekün AR-GE harcamaları içindeki payı, 1000 faal nüfus başına düşen ilim adamı sayısı gibi verilerle de bu vaziyet kanıtlanabilir. Ama, sayısal verilere girilmeksizin de, burada işaret edilen kanıtlardan yola çıkılarak, aynı iktisadi sistem içinde yer saha diğer ülkelerle Türkiye arasındaki, ilim ve teknoloji konusuna yaklaşımla ilgili esas farkı ortaya koymak mümkündür: Bu fark, ülkenin ilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmek ve dünya teknolojisini yakalamak fikrinin, Türkiye’de, başta endüstri kesimi olmak üzere, toplumun doğrudan ilgili katmanlarında yeterince sahiplenilen bir dü?ünce haline gelmediği noktasında düğümlenmektedir. Bu böyle olduğu içindir ki, bu fikrin siyasi partiler -siyasi iktidar- düzleminde sahibini bulmak da pek olas? olmamaktadır.
Eğer, Türkiye’de bu fikre sahip çıkması düşünülebilecek bir cemiyet katmanı olarak, örneğin endüstri kesimi, bunu yapmış olsaydı; tanım gereği, bu fikrin siyasi platformda da yansıması olur ve en az bir partinin siyasi programında bu husus yer alabilirdi, diye düşünmeye hakkımız var, sanıyorum. Buradan gelinecek nokta çok açıktır: İlgili cemiyet katmanlarınca sahiplenilen bir hedef haline dönüştürülemediği sürece, Türkiye’nin teknoloji yeteneğini yükseltmek, çağın jenerik teknolojileri tabanında ‘innovation’ yeteneğini kazanmak ve dünya teknolojisini yakalamak -ya da mevzu, bahis başlığıyla söylersek; Türkiye’de teknoloji geliştirmek- gibi, makro planda, çok taraflı ve geniş kapsamlı düzenlemeleri gerektiren bir atılımı gerçekleştirmek olas? değildir. Özetle, Türkiye’de teknoloji geliştirmenin ön koşulu, bunun, başta endüstri kesimi olmak üzere, ilgili cemiyet katmanlarınca benimsenen bir hedef haline gelmesi ve bu hedefin geniş kamu kesimlerince kabullenilen bir siyasi programa dönüştürülmesidir. Bu ön koşulun gerçekleşmesi olas? mü?
Soruya bilhassa de bu konuda son radde mühim bir role sahip bulunan endüstri kesimi açısından bir yanıt verilebilir mi? Son zamanlarda, sanayinin bazı kesimlerinde, AR-GE’ye yöneliş konusunda, belli bir yaklaşım, belli bir kıpırdanma olduğunu söylemek mümkün. Bu kesimlerin, özellikle, kullandıkları üretim yöntemlerinde ya da ürettikleri üründe yenilik yapabilme yeteneği kazanma (böylesi bir yeteneğe sahipseler bunu geliştirme) yönünde a??rba?l? bir gayret gösterdikleri gözleniyor. Kendi AR-GE birimlerini kuran firmalar var. Endüstri kuruluşlarının proje bazındaki AR-GE harcamaları için devletçe sağlanacak desteğin, bu endüstri kesimlerinde oldukça geniş bir alaka yarattığı ve bir hareketlenme meydana getirdiği de bir gerçek. Ancak, bu tür gelişmeler yanında, Türkiye’deki pek çok endüstri kuruluşunun, yabancı firmalarla, bilhassa de AB firmalarıyla, geçmişten gelen ortaklık bağlarının bulunduğunu ya da belli bir entegrasyona sahip bulunduklarını ve ihtiyaç duydukları teknolojiyi Türkiye’de geliştirme olanaklarını arama yerine, bu gereksinimlerini yabancı ortakları kanalıyla karşılama yönünde bir strateji izlediklerini göz ardı etmemek gerekir. Bu tür kuruluşlardan bazılarının Türkiye’de kurulu AR-GE birimlerinin ise, genellikle, yabancı ortağın kendi AR-GE ağında, yalnızca bir taşeron ünite olarak yer aldığı biliniyor. Kaldı ki, Gümrük Birliği koşullarında pazar paylarını güvence altına almak ve bunun için ihtiyaç duydukları teknolojiyi edinmek üzere, yabancı firmalarla evliliğe giden yerli firmaların sayısının hızla arttığı da bir gerçek. Endüstri kesiminde ortaya çıkan bu tablo aranan ön koşulu sağlar mı? Yerli endüstri şirketlerinin uluslararası evlilikler konusundaki yaklaşımlarının ve imzalanan evlilik senetlerinin muhtevalarının bu sorunun yanıtını mühim ölçüde etkileyeceği muhakkaktır. Ama, unutulmaması gereken nokta, ilim ve teknoloji konusunun, aslında toplumun tüm kesimlerini ve çok yakından ilgilendirdiğidir. Mevzu, bahis herkesi ilgilendirir; çünkü ilim ve teknolojide yetkinlik, yalnızca memleket sanayiinin değil, tüm bir ülkenin uluslararası arenadeki konumunu ve geleceğini belirleyecektir. Bu açıdan, aranan ön koşulu sağlayabilmek, ilim ve teknoloji konusunu tüm boyutlarıyla siyasileştirmeye ve bu konuya sahip çıkacak toplumsal aklı üretmeye bağlıdır.


Teknoloji Gençleri Nasıl Etkiliyor?

Teknoloji, sadece gençleri değil, toplumun tüm katmanlarını etkiliyor. Bu müspet ya da menfi (daha çok da olumsuz) etkilenmeden, teknolojiyi, teknoloji üreten şirketleri suçlamanın pek de doğru olmadığını düşüyorum. Teknoloji, insanlar için hayatı kolaylaştıran aka bir nimet. Bunu dozajını kaçırmadan ve doğru amaçlar için kullanmak insanların elinde. E? konular gündeme gelince hep verdiğim bir misal var. Diyorum ki, teknoloji bizi kullanmasın, biz teknolojiyi kullanalım! Bir çok mahsul ve hizmet üreten şirket var. Bu mahsul ve hizmetler içinde bize ve amaçlarımıza müsait olanları seçmek, satın alıp almama kararını vermek bizim elimizde. Tabii ki şirketler kârlarını maksimize etmek için, ardarda yeni ürünler ve hizmetler çıkarıyorlar. Ardarda piyasaya çıkan ürünlerden bazan kafamız bile karışabiliyor. Hangisini satın alacağımızı, hangisinin gerçekten bizin ihtiyaçlarımıza yan?t vereceğini tespitte zorlanıyoruz. Böyle bir ba? karışıklığıyla karşılaşmamak için, teknolojiyle ilgili gelişmeleri takip etmek, havadis, bilgi, sal?k ve yorumları okumak yararlı olacaktır. Özellikle gençlerin, teknolojik ürünleri gösteriş için bilinçsizce tükettikleri görülüyor. Yeni piyasaya çıkan bir cep telefonunu, ailesinin ya da kendisinin ekonomik imkânlarını zorlayarak satın alan, aylar sürecek taksitlere giren gençler biliyorum. Bu gençlerin tek amacı, çevresindeki arkadaşlarında bulunanlardan aşağı kalmayacak bir ürüne sahip olmak.

Teknolojinin Sebep Olduğu Hastalıklar

Son 30 yılda başta ABD ve Avrupa olmak üzere tüm dünyada bu alanda yüzlerce araştırma yapıldı; hâlâ da yapılıyor. Kimi araştırmalarda dikkat çekici sonuçlara ulaşıldı. Örneğin;
1994'te ABD ve Finlandiya'da yapılan araştırmalar, elektromanyetik alanların çok sık etkisinde kalan işçilerde alzheimer hastalığının normal insanlara göre erkeklerde 4,9 kat ve kadınlarda 3,4 kat daha çok görüldüğünü ortaya koydu.
1998'te gerçekleştirilen bir başka araştırmada da radyo operatörleri, endüstriyel donanım işçileri, veri işleme aygıtı tamircileri, telefon hattı işçileri, elektrik santralları ve trafo merkezlerinde çalışan işçilerle film makinistlerinde alzheimer, parkinson gibi hastalıklarla beraber başka birtakım nörolojik bozuklukların daha çok görüldüğü ortaya çıktı.
1979'da ABD'de yapılan bir epidemiyolojik (tıbbın, insan topluluklarında hstalıkların dağılımını ve bu dağılıma yol açan etkenleri araştıran bir dalı) araştırma, enerji iletim hatlarına 40 m.'den daha yakın yaşayan çocukların, normal çocuklara göre 2-3 kat daha çok kansere yakalandığını ortaya koymuştu.
1988'de ve 1991'de tekrar ABD'de, 1992 'de İsveç ve Meksika'da ve 1993 'de Danimarka'da yapılan araştırmalarsa çocuklarda görülen kanserlerle ve bilhassa de lösemiyle iletim hatlarına yakın yaşama arasında bir ilişki olduğunu ortaya koydu.
Finlandiya'da yapılan bir başka araştırma erkek çocukların merkezi sinir sisteminde oluşan tümörlerle iletim hatları arasında ki ilişkiyi saptadı.
1994'te Kanada'daki 2 ve Fransa'daki 1 elektrik şirketinin çalışanlarını kapsıyordu. Yekün 223.000 kişi üzerinde gerçekleştirilen bu istatiksel çalışmada 4000 kanser hastası saptandı. Bu çaılşmada yüksek elektromanyetik alanların etkisinde kalanlarda lösemi 2-3 kat çok görülürken, beyin tümörü 10 kat daha çok görülüyordu. Tüm bu bulgulara karşın lösemiyle elektromanyetik alanlar arasında kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bir ilşki olduğu kanıtlanamadı.
Geçen yıl ABD Milli Çevresel Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nün 6 yıldır süren ve 60 milyon dolara malolan araştırması sonuçlandı. Enstitü, araştırma sonuçlarını bir rapor biçiminde ABD Kongresi'ne Haziran ayında sundu. Rapora göre "Elektromanyetik alanların tümüyle güvenli oldukları söylenemez. İnsanlar onların etkisinden olabildiğince kaçınmalıdırlar. Ama elektrik hatlarının oluşturduğu elektromanyetik alanların, insanların kanser yada başka bir hastalığa yakalanma riskini arttırdığına yönelik kanıtlar zayıftır. Bu konudaki araştırmalar sürecektir."
İsveçli ilim adamları cep telefonuyla yapılan 2 dk.'lık bir görüşmenin bile ne denli a??rba?l? sorunlar yaratabildiğini gösterdiler. Araştırmaya göre 2 dk.'lık konuşma, kandaki zararlı proteinlerin ve toksinlerin beyne girmesini engelleyen savunma mekanizmasını dönem dışı bırakmaya yetiyordu. Bu durumda azheimer, parkinson ve multiple sclerosis (MS) gibi sinir hastalıklarının oluşma riski artıyor.
Mayıs 1998'de İsveçli ilim adamı Dr. Kjell Hansso Mild, ekibiyle beraber gerçekleştirdiği aka bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Çalışma sonucuna göre, cep telefonuyla uzun süre konuşanlarda yorgunluk, baş ağrısı, deride yanma hissi ortaya çıkıyordu. Kulaklık-mikrofon seti kullananların €'inde bu tip sorunların olmadığı gözlendi.
Haziran 1998'de Almanya'da Freiburg Üniversitesi Nöroloji Kliniği'nde yapılan bir araştırmada da cep telefonlarının yüksek tansiyonla ilişkisi ortaya kondu. Bu araştırmada 10 gönüllünün başlarına cep telefonu bağlandı. Araştırmacılar, deneklere havadis, bilgi, sal?k vermeden telefonları açıp kapadılar. Telefonlar açıkken, deneklerin tansiyonlarında 5-10 mmHg'lik bir artış gözlendi.
İngiltere'de yapılan ve 11.000 kişinin gönüllü olarak katıldığı bir başka araaştırmadaysa, uzun süre cep telefonuyla konuşanlarda baş ağrıları, baş dönmesi ve dikkat dağılması gözlendi.
Bilimsel araştırmaların art arda gelen bu menfi sonuçları insanları kuşkulandırıyor. Artık "cep telefonlarının insan sağlığına daha a??rba?l? etkileri olabilir mi?" diye düşünüyor herkes. Tekrar ilk akla gelen soru : "Cep telefonlarıyla kanser arasında bir ilişki olabilir mi?"
Dünyada 200 milyon dolayında cep telefonu kullanıcısı var. Bu sayı ABD'de 80 milyonun üzerinde ve her ay buna yaklaşık 1 milyon ekleniyor. Cep telefonunun insan sağlığına etkileri ve bilhassa de kanserle ilişkisi üzerinde yürütülen çalışmalar ABD'de merakla izleniyor. Çünkü beyinlerinde ur oluşmuş onlarca kişi, iletişim şirketlerine dava açmış durumda. Ur oluşumlarına cep telefonlarının mikrodalga yayınlarının yol açtığını ileri sürüyorlar. E? davaalar başka ülkelerde de açılmış durumda. Bilimsel araştırmaların sonuçları bu davaların seyri açısından aka ehemmiyet taşıyor.
ABD'de cep telefonu endüstrisi beş yıldır, cep telefonlarının insan sağlığı üzerine etkilerini araştıran çalışmaları destekliyor. Hatta bunun için Telsiz İletişim Endüstrisi Birliği, 1993'te Telsiz Teknoloji Araştıraları (WTR) adlı bir araştırma kurumu bile kurdu. Bu kurumun asıl amacı, öncelikle beyin tümörleri olmak üzere birçok hastalıkla cep telefonları arasında bir ilişki olup olmadığını saptamak. İki koldan yürütülen çalışmalar için beş yılda 25 milyon dolar harcandı. Bir yandan epidemiyolojik araştırma sürdürüldü; bir yandan da laboratuvarlarda deneyler yapıldı. Laboratuvar çalışmaları iki mevzu, bahis üzerinde yoğunlaştı: Beyin tümörü oluşumu ve genetik yapının değişimi.
Bu sırada Avrupa ve Avustralya'da da konuyla ilgili birçok araştırma yapıldı; hâlâ süren çok sayıda araştırma da var. Bunlardan birkaçında düşük düzeyli radyo dalgalarının hayvanların bağışıklık ve sinir sistemlerinde bozukluklara, davranışlarında değişimlere yol açtığı ve kanser oluşumunu hızlandırdığı gözlendi. Örneğin Avustralya'daki bir araştırmada, fareler 18 ay boyunca cep telefonunun yaydığı mikrodalgaların etkisinde bırakıldı. Bu farelerde kanser oluşum oranının normal farelere göre iki kat arttığı saptandı.
İsveçli Dr.Lennart Hardell'in araştırmasının geçen yıl Mayıs ayında yayımladığı sonucu: Cep telefonu kullanımı insanlarda beyin tümörü oluşumunu hızlandırmıyordu ; ama beyni tümörlü hastaların, telefon tuttukları tarafta ur oluşma oranının 2,5 kat çok olduğu ortaya çıktı. Aynı araştırma ABD'de de yapılmış ve aynı sonuçlara ulaşılmıştı.
En mühim gelişmeyse, WTR'nin beş yıllık araştırmasının sonuçlarını açıklaması oldu. Araştırmanın başındaki Dr. George Carlo "Bu veriler insanlarla doğrudan ilişkili ilk verilerdir. Bunlara göre cep telefonu yayınları insanlarda beyin tümörü rüskini biraz artırıyor, insan kan hücrelerini etkiliyor ve farelerde de DNA bozukluklarına yol açıyor." diyor. Telefon şirketlerince desteklenen bir araştırma kurumundan böyle bir açıklamanın gelmesi çok önemliydi.
Sağlığımızı tehlikeye atacağımıza, cep telefonlarımız acil durumlar dışında kullanmamaya çalışalım. Böylece hem beynimiz, hem de cebimiz rahat eder...

Sonuç

Teknoloji günümüzün vazgeçilmez unsurlarından biridir. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi bulundurdukları teknolojik ortamları ile değerlendirilmektedir.
Teknolojinin kullanım alanları oldukça geniştir. Eğitimden, savunma sanayine kadar her alanda kullanılan teknoloji sosyal ve ekonomik hayatında bir vazgeçilmezi durumuna gelmiştir.
Teknolojinin faydaları ve zararları; teknolojiden faydalanma durumumuza göre değişmektedir. Örneğin bir televizyonu umumi kültürümüzü artırıcı programları izlerken kullanmamız faydalı, zamanımızı öldürürken kullanmak zararlı olduğu gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir; son yüzyılın buluşu olarak değerlendirilen internet ise; elektronik ortamda hızlı bir şekilde bilgiye ulaşmamızı sağlarken; internete bağımlı insanlar oluşturup, sosyal hayattan insanların kopmasına da sebep olmaktadır. Buradaki ölçü demekki teknolojiyi ne şekilde kullandığımızdır.
Teknolojinin gümüzüzde geldiği ürküten boyutu ise; bilhassa gen teknolojisinin çok gelişip insanları klonlamaya kadar geldiği bu da istikbal için robotlaşan ve tek tip insanların türemesine sebep olabilir. Diğer yandan gelişen teknoloji ile beraber biyolojik ve kimyasal silahların üretilmesi insanlığı tehdit eden diğer teknolojik tehlikeler olarak değerlendirilebilir.
Teknolojinin kullanımı ve sonuçları değişmektedir. Örneğin; teknoloji kullanılarak kurulan bir fabrikada üretim yapılmakta ama artıkları doğaya ziyan vermektedir. Tekrar teknoloji kullanılarak arıtma tesileri kurulup bu tehlike minumuma indirilmektedir. Yani teknolojinin yarar ve zararları beraber ilerleyip kullanıma göre sonuç vermektedir.


Kaynak:Anonim

Teknolojinin yararları

Artılarıyla eskileriyle teknoloji



Teknoloji derkenden, eminim alacağım ilk yanıt “iyi ki var...” olacaktır. Evet, iyi ki var... Teknoloji’nin günlük hayatımıza getirdiği kolaylık, rahatlık, konfor saymakla bitmez. Bugün hangi kadın çamaşır ya da bulaşık makinesinden vazgeçebilir? Hangi erkek uydu kanalından, dünya kupalarını seyretmenin rahatlığını bir kenara bırakabilir?

Evinizde oturuyorsunuz... Bir düğmeye basıyorsunuz. Tüm pis çamaşırlarınız, diğer bir düğmeye basıyorsunuz bulaşıklarınız kendi kendine yıkanıyor. Televizyonun karşısında yerinizden kıpırdamadan bir düğmeye basıyorsunuz, karşınızda CNN, bir düğmeye basıyorsunuz BBC... Fırınınız aynı oranda becerikli. Bilgisayarınızdan hiçbir kitap karıştırmadan ihtiyacınız olan tüm bilgileri rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Görüşmelerinizi, nerede ve hangi şartlarda olursa olsun cep telefonuyla hallediyorsunuz.. Artık günlerce aylarca postacı yolu gözlemeye gerek yok. E-maille anında haberleşebiliyorsunuz. Çocuğunuz artık, “sokakta arkadaşlarımla oynayacağım” diye tutturup bu trafik belasında başınızı ağrıtmıyor. Geçmiş bilgisayarın karşısına kendi kendine yarışlar yapıyor.

Her şey çok kolay... Her şey çok rahat...

Peki ya insan ilişkileri...



İnsan ilişkileri

“İkinci Dünya Savaşı” ndan bu yana toplumlar kendine özgü bir olguyu da beraber getirmişlerdir: İnsan, eskisinden çok daha çok sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu çok soğuk bir günde karşılaşan bir öbek kirpinin öyküsüne benzer. “Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirlerine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri art devinim ederek, sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecek en müsait uzaklığı bulurlar...”

İnsanlar artık birbirlerine ihtiyaçları olduğu sürece yaklaşıyor ve sadece bu yüzden ilişki kuruyor... Peki, o kadar konfor, o kadar rahatlık varken sebep birçok insan yalnızlıktan şikayet ediyor acaba? Çünkü, birçok teknolojik gelişme sayesinde kendimize yetebiliyoruz... sadece karşılıklı çıkarlarımız için bir araya geliyor ve işimizi gördükten sonra birbirimizin hatırını sormak için bile aramıyoruz. Dolayısıyla gitgide çevremize yabancılaşmaya başlıyoruz.

Bunun getirdiği yalnızlığa dayanamayan bir çok kişi alkol, uyuşturucu v.b araçlarla çevresine yabancılaşmanın verdiği acıdan kurtulmaya çalışıyor. Hiçbir şeye bağlanmamak insanın boşluk ve anlamsızlık duyguları yaşamasına sebep oluyor...”



---

21. yüzyılda teknoloji elbette çok daha çok ilerleyecek... bizlere aka kolaylıklar sağlayacak, yaşamamızı kolaylaştıracak. Bizi makineler mi yönetecek



Belki bir öğretmen olmam nedeniyle benim en çok üzüldüğüm şey: hesap makineleri. Artık çarpım cetveli ezberlemelerine gerek yok çocukların. Makine her şeyi saniyede hesaplıyor. Belki aka kolaylık ama insan beyni çalıştırılmıyor. Ilim adamları son radde ilerlemiş cihazlar üretiyorlar ama insan gitgide beynini kullanmamaya başlıyor. Ve en aka tehlike burada yatıyor...

Bunların yanında paylaşma da gitgide ortadan kalkıyor...

Teknoloji gerçekten de dünyayı ayağımıza getiriyor ama biz köşemizden tüm bu olup bitenleri sadece seyrediyoruz... hiçbir katılım yok...

Teknolojinin bize getirdiği aka yararları inkar edemeyiz. Ör. tıp konusunda pek çok hastalığın tedavisi artık mümkün. Bilgisayarın yararları saymakla bitmez... resim yaparsınız, beste yaparsınız, sinemada hususi efektler yaparsınız. .. Evet, bunlar çok rahat görünüyor ama... kişinin gerçek yaratıcılığını önlüyor...



---

Peki ya bundan sonrası...

İnsanlar ne yapacak... yaratıcılık tamamen ortadan kalkacak mı?

Robotlar, düşünen makineler, hesap yapan, resim çizen, müzik besteleyen, tercüme yapan makineler...

Çok sayıda makine üretildi ve üretilmesi de sürdürülüyor...

Ya sonra...

Gelecek nesiller daha az çalışacak, daha rahat olacak makineler sayesinde..

Ya insan ilişkileri?..

Hiç kuşku yok ki iyice sarsılacak... dolaysız temastan çok, diğer insanların görüntüsü, sesi ve E-mailleriyle yetinecek... İletişim eksikliğinin getireceği kapalı bir dünya yani...



---

Sakın yanlış anlaşılmasın...

Ben teknolojilerin temelde insan yaşamını kolaylaştırdığına inanıyorum. Çok aka olanaklar sağlıyorlar...

Ama tekrar de, teknolojinin her vakit sorgulanmasından yanayım. Ör. Televizyon dünyanın en yararlı iletişim araçlarından biri olabileceği gibi... en zararlı araçlarından biri de olabilir. İnsanları uyutmak, yozlaştırmak, düşünmekten uzaklaştırmak, kişisel ilişkileri çürütmek, ortadan kaldırmak için de kullanılabilir...

Şimdi bilgisayar çağı...

İnsanlar evlerindeki kablolu bilgisayarlarla istedikleri istasyonlara ulaşabiliyor... Hatta hiç evden çıkmadan devlet kütüphanelerinin bilgisayarlarına, internete girip istediği bilgiyi alıp kullanmak çok güzel. Bu a? tarifi istemekten, hava durumunu öğrenmeye ve hatta sağlık sorunlarınızı çözmeye kadar gidiyor. Hatta seks sorunlarınızı bile çözüyor.



---

Aslında kadınların çoğu teknolojiden ?rak dururlar, makinelerden falan da pek anlamazlar. (bunun nedeni başka bir yazı konusu.) Ör. ben hala kızımın evindeki aletlerin bazılarını kullanamıyorum. Makinenin bana sunduğu en gelişmiş olanakların en azını kullanıyorum. Makineleri seviyorum aslında ve onların getirdiği kolaylığı... Özellikle çamaşır, bulaşık v.b makinler, dünyanın en aka gelişmelerinden.

Ev iş yapan bir robot hiç de kötü olmaz aslında... Hem insanın insanı kullanması da ortadan kalkar...

Televizyon, Walkmenler, bilgisayarlar, cep telefonları v.b sayesinde yalnız yaşamak zorundasınız. İş yaşamınızda da bir bütünün çok ufak bir parçasısınız ve dolayısıyla orada yalnızsınız... “İlkel” dediğimiz kabilelerde yaşam içinde herşey paylaşılıyordu, müthiş bir “Komün hayatı” vardı...

Oysa bizim yarattığımız uygarlık her şeyin kişiselleşmesine yol açıyor... Bireycilik tutkusu gün geçtikçe daha da artıyor.



SPOT

Teknolojinin bize getirdiği aka yararları inkar edemeyiz... Ör. Tıp konusunda birçok hastalığın tedavisi artık mümkün. Bilgisayarın yararları saymakla bitmez. Resim yaparsınız, beste yaparsınız sinemada hususi efektler yaparsınız... Evet, bunlar çok rahat görünüyor ama... kişinin gerçek yaratıcılığını önlüyor..

Teknoloji Nedir?

Sözlük anlamı "bilginin, sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması" demek olan teknoloji, geniş anlamda, araştırma, geliştirme, üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası hizmeti kapsayan bir endüstri sürecinin, etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi ve becerilerin tümüdür. Teknolojik yenilik de, "üretim süreçlerinde yenilik, yeni ürünler ve yeni kurumsal örgütlenme biçimleri" olarak tanımlanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde, mahsul rekabeti, bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüştür. Klasik anlamda rekabet gücünü belirleyen faktörler arasında doğal hammadde kaynaklarının bolluğu, ucuz işçilik gibi esas üretim faktörleri yer alırken, günümüzde ileri ve özellikli üretim faktörleri belirleyici duruma gelmiştir. İleri üretim faktörleri, nitelikli iş gücünü, Ar-Ge altyapısını, ça?da? bir haberleşme ağını ve bilişim (enformasyon) teknolojilerinin etkin kullanımını içerirken, özellikli üretim faktörleri, belirli alanlarda yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü ile bilgi ve deneyim birikimini içermektedir.
Diğer yandan, başta elektronik, enerji, bilişim, uzay, biyomühendislik, organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii, en yüksek oranda katma değer yaratan, dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan endüstri dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.




Teknolojinin Önemi
Sanayileşmenin en belirgin ögesi teknoloji üretebilmektir. Teknoloji üretebildiğiniz, bilgiyi mahsul tasarlamada kullanabildiğiniz takdirde ticarette rekabet üstünlüğünü, savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlayabilirsiniz. Kimse kendisine üstünlük sağlayan bir şeyi başkasına vermeyeceğine göre salt teknoloji transferi yaparak sanayileşmemiz ve kalkınmamız, savunma sistemlerinde de caydırıcılığı sağlamamız olası değildir. Bu nedenle gaye kendi teknolojimizi kendimizin üretmesi olmalıdır. Kendi teknolojisini üreten bir sanayileşme ile milli ekonomiye, ülkenin mühendislik gücüne ve milli teknolojiye en yüksek katkıyı sağlayabilir, beyin göçünü önleyebilirsiniz.
Teknolojiyi kısaca bilimsel bilgiden yararlanarak yeni bir mahsul geliştirmek, üretmek ve hizmet desteği sağlamak için lüzumlu bilgi, beceri ve yöntemler bütünü olarak tanımlayabiliriz. Bu duruma göre orijinal üretim için lüzumlu safhaları da dörde ayırabiliriz.

ØBilimsel bilgiye ulaşmak veya geliştirmek
ØBilgiden faydalanarak bir mahsul tasarlamak (tasarım yeteneği veya teknolojisi)
ØTasarlanan bir ürünün üretim tekniklerini belirlemek (üretim teknolojisi)
ØÜretim

Bir mahsul geliştirmek için lüzumlu malzeme ve ekipmanı çeşitli kaynaklardan bulabilirsiniz. Bu nedenle mühim olan tasarım yeteneğine sahip olmaktır. Tasarım yeteneğine sahipseniz her şeyi yapabilirsiniz. Bağımsızlık da bundan sonra gelir.
Teknoloji ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemekte ve uluslararası yarışta, sahibine aka bir ticari üstünlük sağlamaktadır. Dünya ulusları teknoloji üretebilenler ve üretemeyenler olarak ikiye ayrılmakta, teknoloji üretemeyen uluslar az gelişmiş uluslar olarak sınıflandırılmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde, mahsul rekabeti, bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüştür. Klasik anlamda rekabet gücünü belirleyen faktörler arasında doğal hammadde kaynaklarının bolluğu, ucuz işçilik gibi esas üretim faktörleri yer alırken, günümüzde ileri ve özellikli üretim faktörleri belirleyici duruma gelmiştir. İleri üretim faktörleri, nitelikli iş gücünü, Ar-Ge altyapısını, ça?da? bir haberleşme ağını ve bilişim (enformasyon) teknolojilerinin etkin kullanımını içerirken, özellikli üretim faktörleri, belirli alanlarda yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü ile bilgi ve deneyim birikimini içermektedir.
Diğer yandan, başta elektronik, enerji, bilişim, uzay, biyomühendislik, organik kimya endüstrileri gibi "bilim ve teknoloji temelli" sektörler ile bunların bir bileşkesi olan savunma sanayii, en yüksek oranda katma değer yaratan, dolayısı ile toplumsal refaha katkıları en yüksek olan endüstri dalları olarak ortaya çıkmaktadırlar.


Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Bilimsel Araştırmalar, Teknoloji Geliştirme Çalışmaları ve Üretim Teknolojileri Arasındaki İlişki

Bu nedenle de günümüzde, ülkelerin, bilhassa bu alanlarda sahip oldukları ilim ve teknoloji altyapıları ve bu altyapıyı endüstri süreçlerinde kullanarak ürüne, dolayısı ile toplumsal refaha dönüştürebilme yetenekleri, gerek ekonomik, gerekse politik açıdan stratejik öneme sahip, dikkatlice korunması gereken milli varlıklar olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde, sahip oldukları bilimsel ve teknolojik bilgiyi, entegre süreçler içinde ürüne ve toplumsal refaha dönüştürebilen ülkeler ile bu süreç entegrasyonunu başaramamış ülkeler arasındaki anlayış ve uygulama farkı, gelişmiş ve gelişmekte olan memleket tanımlamasında kullanılan mühim araçlardan biridir.
Gelişmiş ülkelerde yapılan bilimsel araştırmalar, bu araştırmalar sonucunda geliştirilen yeni teknolojiler ve bu teknolojilerin yeni üretim ve mahsul teknolojilerine dönüşmesi süreçleri, iç içe, biribirini takip eden süreçler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD, Almanya ve Japonya gibi ülkeler bu kategoride yer almaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde ise bu süreçlerin entegrasyonu zayıftır. Türkiye gibi dünya ilim literatürüne katkısı az olan ülkeler ve hatta eski SSCB ve Hindistan gibi dünya ilim literatürüne katkısı yüksek ancak bu birikimi toplumsal refaha dönüştürememiş ülkeler ikinci sınıfa giren ülkeler olarak değerlendirilmektedir.
Bilimsel araştırmalar açısından bakıldığında, bu ülkeler, gerek bilimsel ve akademik kuruluşlar, gerekse ilim adamları düzeyinde işbirliği ve bilimsel çalışmalara katılım açısından, gelişmiş ülkeler ile sıkı ilişkiler içinde olabilmektedir. Ancak bu ilişkiler ve yapılan çalışmalar ile kazanılan bilgi birikimini, teknolojiye ve ürüne dönüştürecek mekanizmaların gelişmemiş olması nedeniyle, bu ülkelerin yeni teknolojiler ile tanışması nadiren bu teknolojilerin gelişme safhasında, çoğunlukla da bu teknolojilerin üretim ve mahsul teknolojilerine dönüşmesinden sonra, "teknoloji transferi" ile olas? olmaktadır. Ancak, bu şekilde sahip olunan teknolojiyi, yeni türev teknolojilerin gelişimini sağlayacak "Ar-Ge /tasarım teknolojisi" olarak değil, belli bir ürüne hususi "üretim teknolojisi" olarak değerlendirmek gerekir.
Bilim ve teknoloji temelli bir endüstri dalı olan savunma sanayii, gelişmekte olan ülkeler için bu menfi tabloyu ortadan kaldırabilecek bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır. Savunma sistemleri tedarik süreçlerinin, hem savunma ihtiyaçlarının karşılanması hem de kritik teknolojilerin edinilmesi ve ülkenin teknoloji alt yapısının geliştirilmesi amacıyla kullanılması, gelişmiş ülkeler tarafından başarıyla uygulanan bir bilim-teknoloji-üretim süreçleri entegrasyonu yöntemdir. Savunma harcamalarına aka kaynaklar ayrılan ülkemizde de, hem bilimsel araştırma, yeni teknoloji üretme ve yeni mahsul geliştirme süreçlerinin entegrasyonu, hem de bu çalışmaları toplumsal refaha dönüştürülebilecek mekanizmaların kurulması için, savunma sanayiini esas platform olarak belirlemek en doğru yaklaşım olacaktır.


Bilim ve Teknolojideki Son Gelişmeler.

20. yy ilim ve teknolojinin gelişmesinde altın çağını yakalamış, insan hayatında vazgeçilmez bir rahatlık sağlamıştır. Ilim hiçbir vakit durağanlık göstermemektedir. Bilimin sınırları genişlerken; dünyanın sanıldığı kadar aka olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde ilim olağanca hızıyla ilerlemekle beraber insan hayatının olmazsa olmazları arasına girmeyi başarmıştır. Bilimin sonucu olarak ortaya çıkan teknoloji hayatımızı her alanda kolaylaştırmayı başarmıştır.
Bilim ve teknoloji arasında sıkı bir ilişki bulunmakta, birbirlerini tamamlamaktadırlar. Bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken, teknolojik gelişmeler de bilimsel araştırmaların daha müsait şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel gelişmeyi hızlandırmaktadır .
Rönesans ve reformla beraber bilimdeki gelişmelerin temelleri atılmış, bilimsel gelişmeyi engellemeye çalışan tüm olumsuzluklar da ortadan kalkmıştır (Kilise ve Dinin Etkisi gibi).
İnsanlar, tanrıbilimsel gerçeklerden sıyrılıp içinde yaşadıkları dünyayı ve bu dünya ile ilgili sorunları keşfetmişlerdir. Bu gibi gelişmelerin sonucunda da bilimsel gelişmeler başlayıp zamanla hız kazanmıştır.
Bilim ve teknolojinin ortaya çıktığı tarihten itibaren insanlar içinde yaşadıkları dünya ile yetinmemişlerdir. Uzayı merak etmişler, uzayın sırlarını çözmek amacıyla gizemli bir yolculuk, sistemli bir çalışma içerisine girmişlerdir. Sıvı yakıtlı motorların bulunması ile uçaklar ulaşım aracı olarak kullanılmaya başlanmış, insanlara ?rak gibi görünene mesafeler artık ortadan kalkmıştır. Bunun sonucunda insanların uzaya gitme isteği iyice artmıştır .
Uzayı tanımlayacak olursak; güneşi gezegenleri uyduları, yıldızları, sayısız galaksiyi içine saha boşluktur. Bu sınırsız boşluk içersinde bulunana gök cisimlerinin her biri dünya yüzeyindeki toz parçacıkları kadardır. İlk çağ filozoflarından başlayarak bir çok ilim adamı uzayı tanımlama çabası içerisine girmişlerdir. Örneğin; Galile’nin gök bilimleri ile ilgili çalışmaları olmuştur. Teleskopla gözlemler yapmış, şu anki ilim adamlarımızın bile sonucuna ulaşamadıkları bir araştırma çizgisini başlatmıştır. Kepler ise; gezegenlerin yörüngelerinin üzerine çalışmalar yapmış, elips şeklindeki hareketleri saptamayı başarmıştır.
Günümüzde ise uzaya ulaşma çabası dünya üzerinde milletler arası çatışmaya yol açmakta, hızlı bir yarışın olmasına sebep olmaktadır.
“İlk aya yolculuk planlarının NASA başlatmıştır. Başka John F. Kennedy’nin 25 Mayıs 1961’de kongrede bir hususi oturumda yaptığı konuşmada “önümüzdeki 10 yıl içinde bir adamın aya gitmeyi ve dünyaya dönmeyi başaracağına inanıyorum” sözleri bu çalışmaların daha da hızlandırmıştır soğuk savaş döneminde feza çalışmaları konusunda da Sovyetler Birliği ile yarışan Amerika feza harcamaları için aka bütçeler ayırıyordu. Aya gönderilecek uzaya aracı için çalışmalar uzun bir süre devam etti. Bu çalışmalar sırasında yapılan test uçuşlarından birinde NASA 3 astronotunu kaybetti” “Sonunda 16 Temmuz 1969’da Neil Armstrong, Edwin Aldrin Jr. ve Micheal Collins adlı üç astronotu taşıyan Apollo 11 tarihe geçecek ay yolculuğuna çıktı. Apollo 11, 19 Temmuz’da ay yörüngesine girdi. Kartal(EAGLE) adlı modül ay yüzeyine başarıyla indi ve Armstrong aya ayak basan ilk insan olarak tarihe geçti. Armstrong’un ardından Edwin Aldrin’de yüzeye indi. Ay toprağından örnekler alan, bazı bilimsel deneyler yapan ve Amerikan bayrağını aya diken iki astronot görevlerini başarıyla tamamlayarak dünyaya döndüler” İlk aya yolculuğun tamamlanmasının ardından tartışmalar da başladı. Bu tartışmalara sonunda uzayda yaşam olup olmadığı konusu üzerinde durulmaya başlandı. İnsanın bir ortamda hayatını devam ettirmesi için; atmosfer, radyasyon ve yerçekiminin bulunması gerekmektedir. Özellikle atmosfer canlı yaşamı için çok önemlidir.Dünyamızda x oranında azot, ! oranında oksijen bulunmaktadır. Feza boşluğunda ise hava olmayıp sadece bir miktar gaz bulunmaktadır. Bu nedenle uzaya giden araçların içerisinde hava tankları bulunmaktadır. Feza tamamen soğuktur. İnsan ise sadece belirli sıcaklık ölçütleri içersinde yaşayabilmektedir. Bu nedenle feza aracında ısı sistemi de olmalıdır.
İnsan oğlu çıplak iken feza boşluğunda kalıcı ziyan görmeden 30 saniye kadar yaşayabilir. Nefesinin tutmamak kaydıyla 30 saniye boşlukta kalan insan patlamaz, donmaz ve bilinci tamamını kaybetmez. 30 saniye sonlarında oksijen yokluğu sonucu ?uur kaybı oluşmaya başlar. 1 veya 2 dakika sonra ise yaşam faaliyetleri tamamen durur ve insan hayatını kaybeder.
Uzayda karşılaşacağımız diğer bir mesele ise yer çekimidir. Dünyadan uzaklaştıkça yer çekimi azalmaktadır. Aralarında aksi bir orantı vardır. bu yüzden uzayda yer çekimi yoktur.
Günümüzde insanlığın ortak amacı her şeyden haberdar olma, uzayın tüm olanaklarından yararlanmaktır. Şu anda uzayda Türksat adlı bir uydumuz bulunmaktadır. Uydumuz sayesinde haberleşmenin gücü hızla artmıştır.
İletişim kurmanın en basit yolu konuşmaktan geçer. Karşımızdaki insanların duygularımızı ve isteklerimizi anlatmanın diğer bir yolu da el kol hareketleridir. Fakat bunların dışında da ilkle haberleşme yolarlı vardır: Atlı elçilerle, dumanla ve güvercinler gibi.
Karadeniz Bölgesi’nde bulunan köylerimizin bazılarında yer şekillerinin de etkisi ile dağınık yerleşme görülmektedir. Evler arasındaki ara ?rak odlundan dolayı insanlar ıslıklarla iletişim kurmaktadırlar. Her ıslık tonu başka bir ablam anlat?m eder. Fakat sadece insanlar için değil toplumlar içinde iletişimin önemi büyüktür.
İnsanların uzaktan haberleşmesine imkan veren teknik araçlar Fransız Devrimi’nden derhal sonra optik telgrafın bulunması ile gelişim sürecine girdi.
1837’de elektrikli telgrafın bulunması ile iletişim çağı başlamıştır.
Telefon 1876 yılında Graham Bell tarafından bulundu. İnsan sesinin iletiminde evvel memleket içerisinde daha sonra da ülkeler arasında yayılmasına imkan verdi. Bu yenilik bir çok kaygıyı da beraberinde getirdi. ABD’de benimsendi ve daha sonra ülkeler arasında yayılmaya başladı. 19. yy’da etkileşim ağları kurulmaya, insanlar arasındaki etkileşim gelişmeye başladı.
“Tarihte ilk ses kaydı 1877 yılında Thomas Edison tarafından yapılmıştı. Son 20 yılda yaşanan gelişme ise gerek ses kalitesinde gerekse şiddetle kayıt sisteminde mükemmeli yakalamayı hedeflemektedir”
İnsanlar, aralarındaki ara ne kadar ?rak olursa olsun birbirleri ile kolayca iletişim kurmaktadırlar. Örneğin; bir faks makinesi birkaç dakika evvel Türkiye’de bir fotoğrafı yayınlarken birkaç dakika sonra New York veya Tokyo’da yayınlayabilmektedir.
20. yy’daki en aka gelişme hiç kuşkusuz bilgisayar teknolojisinde yaşanmıştır. İnternet ağının kurulması sonucunda bilgisayar ve internet; evlerimizi, işyerimize hatta günlük hayatımıza kadar girmeyi başarmıştır. Bilgisayar teknolojisi beraberinde çok aka yenilikler ve kolaylıklar getirmişti. Örneğin; bilgisayar hayatımıza girmeden evvel nakit yatırma işlemleri için bankalarda saatlerce sıra beklerken şu anda internet sayesinde işlemlerimizi en kısa zamanda gerçekleştirebilmekteyiz.
Biliyoruz ki bu teknoloji burada kalmayacak, insanlar yaşadığı sürece teknoloji de ilerleyecektir. Şu an bize dü? gibi gelen çoğu araçlar hayatımıza girecek ve hayatımızı kolaylaştırmaya devam edecektir.


Türkiye'nin Teknoloji Geliştirme Koşul ve Olanakları

Bilim ve teknoloji söz konusu olduğunda, Türkiye’nin, yer aldığı sistem içindeki diğer ülkelerden (diğer OECD ülkelerinden ya da G.Kore, Tayvan gibi yeni sanayileşen ülkelerden) çok daha farklı bir tutum izlediği görülüyor. Türkiye’nin teknoloji geliştirme koşul ve olanaklarını irdelerken, önce, bu farklılığı ortaya koymakta yarar vardır. Gözlenen farklar birkaç noktada toplanabilir:

* Türkiye, ilim ve teknoloji yeteneğini yükseltebilme ve bu çerçevede günümüzün jenerik teknolojilerine egemen olma, bu teknolojiler tabanında ‘innovation’ yeteneğini kazanma konusunda, sistem içindeki diğer ülkelerin aksine, hiç ivecen değildir ve onlardan bir hayli geride kalmıştır. Ne cemiyet katlarında ne de siyasi partiler düzleminde, gecikildiği için endişe duyulduğu izlenimini almak mümkündür. Siyasi kadroların, vakit zaman, ilim ve teknolojiye ehemmiyet verilmesi gereğini vurgulamalarına karşın, bu yalnızca, altı boş siyasi bir söylem düzeyinde kalmakta; hatta, çoğu zaman, siyasi bir prim getirmeyeceği kanısıyla olsa gerek, ilim ve teknoloji konuları, bütünüyle siyasi gündemden düşürülmektedir.
* Bu umumi gözlemi doğrulayan kanıtlar ortadadır:

Sistem içinde yer saha diğer ülkelerin hepsinin, ilim ve teknoloji alanında uyguladıkları milli bir politikaları; milli hedefleri, bu hedeflere erişmek için izledikleri milli strateji ve planları vardır.
Türkiye’nin ise, herhangi bir hükümet programının ya da siyasi bir programın parçası olarak benimsenmiş ve uygulamaya konmuş, milli bir ilim ve teknoloji politikası yoktur. Bu saptama, Türkiye’de, ülkenin ilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmeye yönelik siyaset ya da strateji önerileri olmadığı anlamına gelmemektedir. Öneriler vardır, hükümetlere sunulan tasarılar vardır; ama bunlar siyasi bir program haline dönüşmemekte ve hayata geçmemektedir. Bu tasarılardan biri, 1980'li yılların başında, dönemin ilgili Devlet Bakanı'nın eşgüdümünde, 300 kadar ilim adamı ve uzmanın katılımıyla hazırlanan Türk Ilim Politikası: 1983-2003’tür. Bu dokümanla, ilk kez, ayrıntılı bir ilim ve teknoloji politikasıortaya konmaya çalışılmıştır. Burada teknoloji konusu da bir ana motif olarak ele alınmış ve öncelik verilecek teknoloji alanları belirlenmiştir. Bu yeni yaklaşım, ilim ve teknoloji politikalarının, ekonominin yönetiminde ve toplumsal yaşamın başlıca faaliyet alanlarının düzenlenmesinde rol saha unsurların da (ilgili bakan ve üst düzey bürokratlar, hükümet dışı kuruluş temsilcileri v.b.) katılımıyla belirlenmesine imkan tanıyan yeni bir kurulu? yaratmıştır: Ilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK).
Ne var ki, Türk Ilim Politikası: 1983-2003 hayata geçirilememiştir. 1983'te kurulan, ancak, ilk toplantısını 9 Ekim 1989'da, ikincisini ise 3 Şubat 1993'te yapabilen, o günden bugüne bir daha toplanamayan BTYK'ya da işlerlik kazandırılabildiği söylenemez.
Halen, Türkiye'nin Ilim ve Teknoloji Politikası konusundaki resmi doküman, BTYK'nın ikinci toplantısında karar altına alınan Türk Ilim ve Teknoloji Politikası: 1993-2003'tür. Altını çizerek belirtmek gerekir ki, devletin üst düzeyde yetkili bir kurulu, kendisine sunulan bir tasarıyı, bu dokümanla, uygulanması gereken bir karar haline dönüştürmüştür. Üstelik bu dokümanda ifadesini bulan siyaset 1995 başlarında Yüksek Planlama Kurulu'nca VII. Beş Yıllık Plan Döneminde Öncelikle Ele Alınması Öngörülen Esas Yapısal Değişim Projeleri Kapsamındaki Ilim ve Teknolojide Atılım Projesi Çalışma Komitesi Raporu (24 Şubat 1995) ile geliştirilerek somut bir zemine oturtulmuş ve bu proje VII. Beş Yıllık Plân'ın ana eksenlerinden birini oluşturmuştur. Ama, söz konusu projeyi, Plan dokümanının sayfalarından alıp hayata geçirecek bir siyasi sahip ya da kararlılığın var olduğuna ilişkin kuvvetli bir kanıt henüz ortaya çıkmamıştır.
AR-GE faaliyeti, sisteme iç tüm ülkelerde, devletçe en çok desteklenen, devletin en çok subvansiyon sağladığı alandır. Ama, Türk takımlarının vatan dışındaki maçlarını izlemeye gidiş dahil, akla gelen derhal her alanda teşvik edici önlemler uygulayagelmiş olan Türkiye, ancak geçen yıl, 1 Haziran 1995’te, diğer ülkelerdekiyle karşılaştırılabilir çapta bir AR-GE desteği uygulamasını başlatabilmiştir. Bu da ancak, Uruguay Turu Nihaî Senedi’nin devlet subvansiyonlarına ilişkin düzenleyici hükümlerine ve AB mevzuatına ahenk yaklaşımı çerçevesinde gündeme gelmiştir; içsel bir dinamik, örneğin, endüstri kesiminin baskısı sonucu değil...
Sistem içindeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin, kendi milli ‘innovation’ sistemini kurmada çok gerilerde kaldığı; bu sistemin oluşması için, TÜBİTAK ve TTGV gibi kurumların ve bazı üniversitelerin gösterdiği gayret dışında, konunun milli düzeyde, bir tüm olarak ele alınmadığı; hatta, konuya yakın olması gereken pek çok etraf için, kavramın kendisinin bile yeni olduğu bilinen bir gerçektir.
Sistem içindeki tüm diğer ülkeler, milli ‘innovation’ sistemlerinin ayrılmaz bir parçası olan ve bundan da öte, kendilerini, geleceğin enformasyon toplumuna taşıyacak, milli enformasyon şebekelerini, hazırladıkları master planlar-eylem planları çerçevesinde kurmaya başlamış ve bu ülkelerde, bu atılımın fiili sahipliğini iş başındaki hükümetler, siyasi liderler üstlenmişken Türkiye’deki siyasi partiler, böylesi bir altyapı ve bununla ilintili milli bir master plan gereği üzerinde, henüz herhangi bir duru fikre sahip değillerdir (BTSTP, Mayıs 1995; TÜBİTAK, Haziran 1995).
Türkiye’nin ilim ve teknoloji yeteneğini geliştirme konusundaki, pek de duyarlı olmayan yaklaşımını doğrulayacak başka pek çok kanıt bulunabilir. GSYİH’den AR-GE harcamalarına ayrılan pay, hususi sektör endüstri kuruluşlarının yekün AR-GE harcamaları içindeki payı, 1000 faal nüfus başına düşen ilim adamı sayısı gibi verilerle de bu vaziyet kanıtlanabilir. Ama, sayısal verilere girilmeksizin de, burada işaret edilen kanıtlardan yola çıkılarak, aynı iktisadi sistem içinde yer saha diğer ülkelerle Türkiye arasındaki, ilim ve teknoloji konusuna yaklaşımla ilgili esas farkı ortaya koymak mümkündür: Bu fark, ülkenin ilim ve teknoloji yeteneğini yükseltmek ve dünya teknolojisini yakalamak fikrinin, Türkiye’de, başta endüstri kesimi olmak üzere, toplumun doğrudan ilgili katmanlarında yeterince sahiplenilen bir dü?ünce haline gelmediği noktasında düğümlenmektedir. Bu böyle olduğu içindir ki, bu fikrin siyasi partiler -siyasi iktidar- düzleminde sahibini bulmak da pek olas? olmamaktadır.
Eğer, Türkiye’de bu fikre sahip çıkması düşünülebilecek bir cemiyet katmanı olarak, örneğin endüstri kesimi, bunu yapmış olsaydı; tanım gereği, bu fikrin siyasi platformda da yansıması olur ve en az bir partinin siyasi programında bu husus yer alabilirdi, diye düşünmeye hakkımız var, sanıyorum. Buradan gelinecek nokta çok açıktır: İlgili cemiyet katmanlarınca sahiplenilen bir hedef haline dönüştürülemediği sürece, Türkiye’nin teknoloji yeteneğini yükseltmek, çağın jenerik teknolojileri tabanında ‘innovation’ yeteneğini kazanmak ve dünya teknolojisini yakalamak -ya da mevzu, bahis başlığıyla söylersek; Türkiye’de teknoloji geliştirmek- gibi, makro planda, çok taraflı ve geniş kapsamlı düzenlemeleri gerektiren bir atılımı gerçekleştirmek olas? değildir. Özetle, Türkiye’de teknoloji geliştirmenin ön koşulu, bunun, başta endüstri kesimi olmak üzere, ilgili cemiyet katmanlarınca benimsenen bir hedef haline gelmesi ve bu hedefin geniş kamu kesimlerince kabullenilen bir siyasi programa dönüştürülmesidir. Bu ön koşulun gerçekleşmesi olas? mü?
Soruya bilhassa de bu konuda son radde mühim bir role sahip bulunan endüstri kesimi açısından bir yanıt verilebilir mi? Son zamanlarda, sanayinin bazı kesimlerinde, AR-GE’ye yöneliş konusunda, belli bir yaklaşım, belli bir kıpırdanma olduğunu söylemek mümkün. Bu kesimlerin, özellikle, kullandıkları üretim yöntemlerinde ya da ürettikleri üründe yenilik yapabilme yeteneği kazanma (böylesi bir yeteneğe sahipseler bunu geliştirme) yönünde a??rba?l? bir gayret gösterdikleri gözleniyor. Kendi AR-GE birimlerini kuran firmalar var. Endüstri kuruluşlarının proje bazındaki AR-GE harcamaları için devletçe sağlanacak desteğin, bu endüstri kesimlerinde oldukça geniş bir alaka yarattığı ve bir hareketlenme meydana getirdiği de bir gerçek. Ancak, bu tür gelişmeler yanında, Türkiye’deki pek çok endüstri kuruluşunun, yabancı firmalarla, bilhassa de AB firmalarıyla, geçmişten gelen ortaklık bağlarının bulunduğunu ya da belli bir entegrasyona sahip bulunduklarını ve ihtiyaç duydukları teknolojiyi Türkiye’de geliştirme olanaklarını arama yerine, bu gereksinimlerini yabancı ortakları kanalıyla karşılama yönünde bir strateji izlediklerini göz ardı etmemek gerekir. Bu tür kuruluşlardan bazılarının Türkiye’de kurulu AR-GE birimlerinin ise, genellikle, yabancı ortağın kendi AR-GE ağında, yalnızca bir taşeron ünite olarak yer aldığı biliniyor. Kaldı ki, Gümrük Birliği koşullarında pazar paylarını güvence altına almak ve bunun için ihtiyaç duydukları teknolojiyi edinmek üzere, yabancı firmalarla evliliğe giden yerli firmaların sayısının hızla arttığı da bir gerçek. Endüstri kesiminde ortaya çıkan bu tablo aranan ön koşulu sağlar mı? Yerli endüstri şirketlerinin uluslararası evlilikler konusundaki yaklaşımlarının ve imzalanan evlilik senetlerinin muhtevalarının bu sorunun yanıtını mühim ölçüde etkileyeceği muhakkaktır. Ama, unutulmaması gereken nokta, ilim ve teknoloji konusunun, aslında toplumun tüm kesimlerini ve çok yakından ilgilendirdiğidir. Mevzu, bahis herkesi ilgilendirir; çünkü ilim ve teknolojide yetkinlik, yalnızca memleket sanayiinin değil, tüm bir ülkenin uluslararası arenadeki konumunu ve geleceğini belirleyecektir. Bu açıdan, aranan ön koşulu sağlayabilmek, ilim ve teknoloji konusunu tüm boyutlarıyla siyasileştirmeye ve bu konuya sahip çıkacak toplumsal aklı üretmeye bağlıdır.


Teknoloji Gençleri Nasıl Etkiliyor?

Teknoloji, sadece gençleri değil, toplumun tüm katmanlarını etkiliyor. Bu müspet ya da menfi (daha çok da olumsuz) etkilenmeden, teknolojiyi, teknoloji üreten şirketleri suçlamanın pek de doğru olmadığını düşüyorum. Teknoloji, insanlar için hayatı kolaylaştıran aka bir nimet. Bunu dozajını kaçırmadan ve doğru amaçlar için kullanmak insanların elinde. E? konular gündeme gelince hep verdiğim bir misal var. Diyorum ki, teknoloji bizi kullanmasın, biz teknolojiyi kullanalım! Bir çok mahsul ve hizmet üreten şirket var. Bu mahsul ve hizmetler içinde bize ve amaçlarımıza müsait olanları seçmek, satın alıp almama kararını vermek bizim elimizde. Tabii ki şirketler kârlarını maksimize etmek için, ardarda yeni ürünler ve hizmetler çıkarıyorlar. Ardarda piyasaya çıkan ürünlerden bazan kafamız bile karışabiliyor. Hangisini satın alacağımızı, hangisinin gerçekten bizin ihtiyaçlarımıza yan?t vereceğini tespitte zorlanıyoruz. Böyle bir ba? karışıklığıyla karşılaşmamak için, teknolojiyle ilgili gelişmeleri takip etmek, havadis, bilgi, sal?k ve yorumları okumak yararlı olacaktır. Özellikle gençlerin, teknolojik ürünleri gösteriş için bilinçsizce tükettikleri görülüyor. Yeni piyasaya çıkan bir cep telefonunu, ailesinin ya da kendisinin ekonomik imkânlarını zorlayarak satın alan, aylar sürecek taksitlere giren gençler biliyorum. Bu gençlerin tek amacı, çevresindeki arkadaşlarında bulunanlardan aşağı kalmayacak bir ürüne sahip olmak.

Teknolojinin Sebep Olduğu Hastalıklar

Son 30 yılda başta ABD ve Avrupa olmak üzere tüm dünyada bu alanda yüzlerce araştırma yapıldı; hâlâ da yapılıyor. Kimi araştırmalarda dikkat çekici sonuçlara ulaşıldı. Örneğin;
1994'te ABD ve Finlandiya'da yapılan araştırmalar, elektromanyetik alanların çok sık etkisinde kalan işçilerde alzheimer hastalığının normal insanlara göre erkeklerde 4,9 kat ve kadınlarda 3,4 kat daha çok görüldüğünü ortaya koydu.
1998'te gerçekleştirilen bir başka araştırmada da radyo operatörleri, endüstriyel donanım işçileri, veri işleme aygıtı tamircileri, telefon hattı işçileri, elektrik santralları ve trafo merkezlerinde çalışan işçilerle film makinistlerinde alzheimer, parkinson gibi hastalıklarla beraber başka birtakım nörolojik bozuklukların daha çok görüldüğü ortaya çıktı.
1979'da ABD'de yapılan bir epidemiyolojik (tıbbın, insan topluluklarında hstalıkların dağılımını ve bu dağılıma yol açan etkenleri araştıran bir dalı) araştırma, enerji iletim hatlarına 40 m.'den daha yakın yaşayan çocukların, normal çocuklara göre 2-3 kat daha çok kansere yakalandığını ortaya koymuştu.
1988'de ve 1991'de tekrar ABD'de, 1992 'de İsveç ve Meksika'da ve 1993 'de Danimarka'da yapılan araştırmalarsa çocuklarda görülen kanserlerle ve bilhassa de lösemiyle iletim hatlarına yakın yaşama arasında bir ilişki olduğunu ortaya koydu.
Finlandiya'da yapılan bir başka araştırma erkek çocukların merkezi sinir sisteminde oluşan tümörlerle iletim hatları arasında ki ilişkiyi saptadı.
1994'te Kanada'daki 2 ve Fransa'daki 1 elektrik şirketinin çalışanlarını kapsıyordu. Yekün 223.000 kişi üzerinde gerçekleştirilen bu istatiksel çalışmada 4000 kanser hastası saptandı. Bu çaılşmada yüksek elektromanyetik alanların etkisinde kalanlarda lösemi 2-3 kat çok görülürken, beyin tümörü 10 kat daha çok görülüyordu. Tüm bu bulgulara karşın lösemiyle elektromanyetik alanlar arasında kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bir ilşki olduğu kanıtlanamadı.
Geçen yıl ABD Milli Çevresel Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nün 6 yıldır süren ve 60 milyon dolara malolan araştırması sonuçlandı. Enstitü, araştırma sonuçlarını bir rapor biçiminde ABD Kongresi'ne Haziran ayında sundu. Rapora göre "Elektromanyetik alanların tümüyle güvenli oldukları söylenemez. İnsanlar onların etkisinden olabildiğince kaçınmalıdırlar. Ama elektrik hatlarının oluşturduğu elektromanyetik alanların, insanların kanser yada başka bir hastalığa yakalanma riskini arttırdığına yönelik kanıtlar zayıftır. Bu konudaki araştırmalar sürecektir."
İsveçli ilim adamları cep telefonuyla yapılan 2 dk.'lık bir görüşmenin bile ne denli a??rba?l? sorunlar yaratabildiğini gösterdiler. Araştırmaya göre 2 dk.'lık konuşma, kandaki zararlı proteinlerin ve toksinlerin beyne girmesini engelleyen savunma mekanizmasını dönem dışı bırakmaya yetiyordu. Bu durumda azheimer, parkinson ve multiple sclerosis (MS) gibi sinir hastalıklarının oluşma riski artıyor.
Mayıs 1998'de İsveçli ilim adamı Dr. Kjell Hansso Mild, ekibiyle beraber gerçekleştirdiği aka bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Çalışma sonucuna göre, cep telefonuyla uzun süre konuşanlarda yorgunluk, baş ağrısı, deride yanma hissi ortaya çıkıyordu. Kulaklık-mikrofon seti kullananların €'inde bu tip sorunların olmadığı gözlendi.
Haziran 1998'de Almanya'da Freiburg Üniversitesi Nöroloji Kliniği'nde yapılan bir araştırmada da cep telefonlarının yüksek tansiyonla ilişkisi ortaya kondu. Bu araştırmada 10 gönüllünün başlarına cep telefonu bağlandı. Araştırmacılar, deneklere havadis, bilgi, sal?k vermeden telefonları açıp kapadılar. Telefonlar açıkken, deneklerin tansiyonlarında 5-10 mmHg'lik bir artış gözlendi.
İngiltere'de yapılan ve 11.000 kişinin gönüllü olarak katıldığı bir başka araaştırmadaysa, uzun süre cep telefonuyla konuşanlarda baş ağrıları, baş dönmesi ve dikkat dağılması gözlendi.
Bilimsel araştırmaların art arda gelen bu menfi sonuçları insanları kuşkulandırıyor. Artık "cep telefonlarının insan sağlığına daha a??rba?l? etkileri olabilir mi?" diye düşünüyor herkes. Tekrar ilk akla gelen soru : "Cep telefonlarıyla kanser arasında bir ilişki olabilir mi?"
Dünyada 200 milyon dolayında cep telefonu kullanıcısı var. Bu sayı ABD'de 80 milyonun üzerinde ve her ay buna yaklaşık 1 milyon ekleniyor. Cep telefonunun insan sağlığına etkileri ve bilhassa de kanserle ilişkisi üzerinde yürütülen çalışmalar ABD'de merakla izleniyor. Çünkü beyinlerinde ur oluşmuş onlarca kişi, iletişim şirketlerine dava açmış durumda. Ur oluşumlarına cep telefonlarının mikrodalga yayınlarının yol açtığını ileri sürüyorlar. E? davaalar başka ülkelerde de açılmış durumda. Bilimsel araştırmaların sonuçları bu davaların seyri açısından aka ehemmiyet taşıyor.
ABD'de cep telefonu endüstrisi beş yıldır, cep telefonlarının insan sağlığı üzerine etkilerini araştıran çalışmaları destekliyor. Hatta bunun için Telsiz İletişim Endüstrisi Birliği, 1993'te Telsiz Teknoloji Araştıraları (WTR) adlı bir araştırma kurumu bile kurdu. Bu kurumun asıl amacı, öncelikle beyin tümörleri olmak üzere birçok hastalıkla cep telefonları arasında bir ilişki olup olmadığını saptamak. İki koldan yürütülen çalışmalar için beş yılda 25 milyon dolar harcandı. Bir yandan epidemiyolojik araştırma sürdürüldü; bir yandan da laboratuvarlarda deneyler yapıldı. Laboratuvar çalışmaları iki mevzu, bahis üzerinde yoğunlaştı: Beyin tümörü oluşumu ve genetik yapının değişimi.
Bu sırada Avrupa ve Avustralya'da da konuyla ilgili birçok araştırma yapıldı; hâlâ süren çok sayıda araştırma da var. Bunlardan birkaçında düşük düzeyli radyo dalgalarının hayvanların bağışıklık ve sinir sistemlerinde bozukluklara, davranışlarında değişimlere yol açtığı ve kanser oluşumunu hızlandırdığı gözlendi. Örneğin Avustralya'daki bir araştırmada, fareler 18 ay boyunca cep telefonunun yaydığı mikrodalgaların etkisinde bırakıldı. Bu farelerde kanser oluşum oranının normal farelere göre iki kat arttığı saptandı.
İsveçli Dr.Lennart Hardell'in araştırmasının geçen yıl Mayıs ayında yayımladığı sonucu: Cep telefonu kullanımı insanlarda beyin tümörü oluşumunu hızlandırmıyordu ; ama beyni tümörlü hastaların, telefon tuttukları tarafta ur oluşma oranının 2,5 kat çok olduğu ortaya çıktı. Aynı araştırma ABD'de de yapılmış ve aynı sonuçlara ulaşılmıştı.
En mühim gelişmeyse, WTR'nin beş yıllık araştırmasının sonuçlarını açıklaması oldu. Araştırmanın başındaki Dr. George Carlo "Bu veriler insanlarla doğrudan ilişkili ilk verilerdir. Bunlara göre cep telefonu yayınları insanlarda beyin tümörü rüskini biraz artırıyor, insan kan hücrelerini etkiliyor ve farelerde de DNA bozukluklarına yol açıyor." diyor. Telefon şirketlerince desteklenen bir araştırma kurumundan böyle bir açıklamanın gelmesi çok önemliydi.
Sağlığımızı tehlikeye atacağımıza, cep telefonlarımız acil durumlar dışında kullanmamaya çalışalım. Böylece hem beynimiz, hem de cebimiz rahat eder...

Sonuç

Teknoloji günümüzün vazgeçilmez unsurlarından biridir. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi bulundurdukları teknolojik ortamları ile değerlendirilmektedir.
Teknolojinin kullanım alanları oldukça geniştir. Eğitimden, savunma sanayine kadar her alanda kullanılan teknoloji sosyal ve ekonomik hayatında bir vazgeçilmezi durumuna gelmiştir.
Teknolojinin faydaları ve zararları; teknolojiden faydalanma durumumuza göre değişmektedir. Örneğin bir televizyonu umumi kültürümüzü artırıcı programları izlerken kullanmamız faydalı, zamanımızı öldürürken kullanmak zararlı olduğu gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir; son yüzyılın buluşu olarak değerlendirilen internet ise; elektronik ortamda hızlı bir şekilde bilgiye ulaşmamızı sağlarken; internete bağımlı insanlar oluşturup, sosyal hayattan insanların kopmasına da sebep olmaktadır. Buradaki ölçü demekki teknolojiyi ne şekilde kullandığımızdır.
Teknolojinin gümüzüzde geldiği ürküten boyutu ise; bilhassa gen teknolojisinin çok gelişip insanları klonlamaya kadar geldiği bu da istikbal için robotlaşan ve tek tip insanların türemesine sebep olabilir. Diğer yandan gelişen teknoloji ile beraber biyolojik ve kimyasal silahların üretilmesi insanlığı tehdit eden diğer teknolojik tehlikeler olarak değerlendirilebilir.
Teknolojinin kullanımı ve sonuçları değişmektedir. Örneğin; teknoloji kullanılarak kurulan bir fabrikada üretim yapılmakta ama artıkları doğaya ziyan vermektedir. Tekrar teknoloji kullanılarak arıtma tesileri kurulup bu tehlike minumuma indirilmektedir. Yani teknolojinin yarar ve zararları beraber ilerleyip kullanıma göre sonuç vermektedir.


Kaynak:Anonim

Teknolojinin yararları

Artılarıyla eskileriyle teknoloji



Teknoloji derkenden, eminim alacağım ilk yanıt “iyi ki var...” olacaktır. Evet, iyi ki var... Teknoloji’nin günlük hayatımıza getirdiği kolaylık, rahatlık, konfor saymakla bitmez. Bugün hangi kadın çamaşır ya da bulaşık makinesinden vazgeçebilir? Hangi erkek uydu kanalından, dünya kupalarını seyretmenin rahatlığını bir kenara bırakabilir?

Evinizde oturuyorsunuz... Bir düğmeye basıyorsunuz. Tüm pis çamaşırlarınız, diğer bir düğmeye basıyorsunuz bulaşıklarınız kendi kendine yıkanıyor. Televizyonun karşısında yerinizden kıpırdamadan bir düğmeye basıyorsunuz, karşınızda CNN, bir düğmeye basıyorsunuz BBC... Fırınınız aynı oranda becerikli. Bilgisayarınızdan hiçbir kitap karıştırmadan ihtiyacınız olan tüm bilgileri rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Görüşmelerinizi, nerede ve hangi şartlarda olursa olsun cep telefonuyla hallediyorsunuz.. Artık günlerce aylarca postacı yolu gözlemeye gerek yok. E-maille anında haberleşebiliyorsunuz. Çocuğunuz artık, “sokakta arkadaşlarımla oynayacağım” diye tutturup bu trafik belasında başınızı ağrıtmıyor. Geçmiş bilgisayarın karşısına kendi kendine yarışlar yapıyor.

Her şey çok kolay... Her şey çok rahat...

Peki ya insan ilişkileri...



İnsan ilişkileri

“İkinci Dünya Savaşı” ndan bu yana toplumlar kendine özgü bir olguyu da beraber getirmişlerdir: İnsan, eskisinden çok daha çok sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu çok soğuk bir günde karşılaşan bir öbek kirpinin öyküsüne benzer. “Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirlerine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri art devinim ederek, sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecek en müsait uzaklığı bulurlar...”

İnsanlar artık birbirlerine ihtiyaçları olduğu sürece yaklaşıyor ve sadece bu yüzden ilişki kuruyor... Peki, o kadar konfor, o kadar rahatlık varken sebep birçok insan yalnızlıktan şikayet ediyor acaba? Çünkü, birçok teknolojik gelişme sayesinde kendimize yetebiliyoruz... sadece karşılıklı çıkarlarımız için bir araya geliyor ve işimizi gördükten sonra birbirimizin hatırını sormak için bile aramıyoruz. Dolayısıyla gitgide çevremize yabancılaşmaya başlıyoruz.

Bunun getirdiği yalnızlığa dayanamayan bir çok kişi alkol, uyuşturucu v.b araçlarla çevresine yabancılaşmanın verdiği acıdan kurtulmaya çalışıyor. Hiçbir şeye bağlanmamak insanın boşluk ve anlamsızlık duyguları yaşamasına sebep oluyor...”



---

21. yüzyılda teknoloji elbette çok daha çok ilerleyecek... bizlere aka kolaylıklar sağlayacak, yaşamamızı kolaylaştıracak. Bizi makineler mi yönetecek



Belki bir öğretmen olmam nedeniyle benim en çok üzüldüğüm şey: hesap makineleri. Artık çarpım cetveli ezberlemelerine gerek yok çocukların. Makine her şeyi saniyede hesaplıyor. Belki aka kolaylık ama insan beyni çalıştırılmıyor. Ilim adamları son radde ilerlemiş cihazlar üretiyorlar ama insan gitgide beynini kullanmamaya başlıyor. Ve en aka tehlike burada yatıyor...

Bunların yanında paylaşma da gitgide ortadan kalkıyor...

Teknoloji gerçekten de dünyayı ayağımıza getiriyor ama biz köşemizden tüm bu olup bitenleri sadece seyrediyoruz... hiçbir katılım yok...

Teknolojinin bize getirdiği aka yararları inkar edemeyiz. Ör. tıp konusunda pek çok hastalığın tedavisi artık mümkün. Bilgisayarın yararları saymakla bitmez... resim yaparsınız, beste yaparsınız, sinemada hususi efektler yaparsınız. .. Evet, bunlar çok rahat görünüyor ama... kişinin gerçek yaratıcılığını önlüyor...



---

Peki ya bundan sonrası...

İnsanlar ne yapacak... yaratıcılık tamamen ortadan kalkacak mı?

Robotlar, düşünen makineler, hesap yapan, resim çizen, müzik besteleyen, tercüme yapan makineler...

Çok sayıda makine üretildi ve üretilmesi de sürdürülüyor...

Ya sonra...

Gelecek nesiller daha az çalışacak, daha rahat olacak makineler sayesinde..

Ya insan ilişkileri?..

Hiç kuşku yok ki iyice sarsılacak... dolaysız temastan çok, diğer insanların görüntüsü, sesi ve E-mailleriyle yetinecek... İletişim eksikliğinin getireceği kapalı bir dünya yani...



---

Sakın yanlış anlaşılmasın...

Ben teknolojilerin temelde insan yaşamını kolaylaştırdığına inanıyorum. Çok aka olanaklar sağlıyorlar...

Ama tekrar de, teknolojinin her vakit sorgulanmasından yanayım. Ör. Televizyon dünyanın en yararlı iletişim araçlarından biri olabileceği gibi... en zararlı araçlarından biri de olabilir. İnsanları uyutmak, yozlaştırmak, düşünmekten uzaklaştırmak, kişisel ilişkileri çürütmek, ortadan kaldırmak için de kullanılabilir...

Şimdi bilgisayar çağı...

İnsanlar evlerindeki kablolu bilgisayarlarla istedikleri istasyonlara ulaşabiliyor... Hatta hiç evden çıkmadan devlet kütüphanelerinin bilgisayarlarına, internete girip istediği bilgiyi alıp kullanmak çok güzel. Bu a? tarifi istemekten, hava durumunu öğrenmeye ve hatta sağlık sorunlarınızı çözmeye kadar gidiyor. Hatta seks sorunlarınızı bile çözüyor.



---

Aslında kadınların çoğu teknolojiden ?rak dururlar, makinelerden falan da pek anlamazlar. (bunun nedeni başka bir yazı konusu.) Ör. ben hala kızımın evindeki aletlerin bazılarını kullanamıyorum. Makinenin bana sunduğu en gelişmiş olanakların en azını kullanıyorum. Makineleri seviyorum aslında ve onların getirdiği kolaylığı... Özellikle çamaşır, bulaşık v.b makinler, dünyanın en aka gelişmelerinden.

Ev iş yapan bir robot hiç de kötü olmaz aslında... Hem insanın insanı kullanması da ortadan kalkar...

Televizyon, Walkmenler, bilgisayarlar, cep telefonları v.b sayesinde yalnız yaşamak zorundasınız. İş yaşamınızda da bir bütünün çok ufak bir parçasısınız ve dolayısıyla orada yalnızsınız... “İlkel” dediğimiz kabilelerde yaşam içinde herşey paylaşılıyordu, müthiş bir “Komün hayatı” vardı...

Oysa bizim yarattığımız uygarlık her şeyin kişiselleşmesine yol açıyor... Bireycilik tutkusu gün geçtikçe daha da artıyor.



SPOT

Teknolojinin bize getirdiği aka yararları inkar edemeyiz... Ör. Tıp konusunda birçok hastalığın tedavisi artık mümkün. Bilgisayarın yararları saymakla bitmez. Resim yaparsınız, beste yaparsınız sinemada hususi efektler yaparsınız... Evet, bunlar çok rahat görünüyor ama... kişinin gerçek yaratıcılığını önlüyor..