PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Anafikir Zeytin, Giriş, Gelişme, Sonuç Aşk


Asi
08.Ocak.2019, 23:16
Anafikir Zeytin, Giriş, Gelişme, Sonuç Aşk...



Sabahın gözünü yeni açtığı saatlerden biri...

Denize sıfır bir cafe..

Kalabalık mı kalabalık. Acelesi olanların, acelesi olan adımları saçılmış her bir köşeye.

Acelem
filan olduğundan değil, ya da kahvaltı aşığı biri olduğumdan da değil;
canım ''şımart beni bugün'' dediğinden girip oturdum. Bir de yürüyüş
esnasında birdenbire yanıbaşımda biten ''zeytin''ler... Yürüyüşü neredeyse
beraber bitirdik, bir bırakmadılar peşimi. Buram buram zeytin kokar mı
insanın burnuna? Kokuyormuş işte, ben canlı şahidiyim...

Eşortmanların
gölgesinde, sağlık yürüyüşleri yapan insanlar, verdikleri 100 gramı
faizleriyle art alma adına sald?r? etmiş açık büfeye. Çatal bıçak
sesleri mi daha çok duyuluyor, bardağa çarpan çay kaşıklarının sesi mi
anlayamadım.

Açık masaya yakın masaların tümü kapılmış.
Bulunabilecek en sessiz ve yiyecek tepsilerine en ?rak köşelerinden
birinde, 2 masa var; birinde iki hanım oturuyor. Yüzleri gözleri o
kadar şişmiş ki ağlamaktan, "yirmi" üzeri "otuz" altı olduğunu
anlayabiliyorum da sonuna hangi rakamı yakıştırabileceğimi bir türlü
kestiremiyorum. Başka bir yerde de boş masa yok zaten, geçip oturuyorum.

Masaları
ıvır zıvır dolu; telefonlar, sigara paketi, çakmak, kültablası... Bel
çantaları atılmış bir köşeye, onun üzerinde şapkalar... Bir köşeye
sinmiş kahve fincanları... ''Bırak dağınık kalsın'' durumları yaşanıyor
anlayacağınız... Tüm bu keşmekeşliğin ortasında, tek düzenli duran
obje, peçetelik. İkisinin ortasına kadar gelmiş ve eller devamlı
üzerinde. Hareketlilik hiç bitmiyor, garson dolduruyor, onlar
boşaltıyor.

Hani daha kahvaltılarını daha yeni yeni yaparken
canlılar, "dertleri ne, ağlıyor bu kadınlar" acabaları takılıyor soru
işaretleri beynimin bir köşesine kocamanından. Merak zaten var serde,
masamın üzerinde duran, hesapta okumaya çalışacağım ama beceremeyeceğim
gazete de iyi bir bir paravan oluyor. Çaktırmamaya çalışarak
çıkartıyorum kulaklarıma Celine Dion'un muhteşem sesini taşıyan aracı
kulaklıkları. Ben de biliyorum başkalarını dinlemenin ayıp olduğunu,
ama saat sabahın yedisi ve ben onun, "umuma açık yerde ağlama
indirimi"nden yararlanıyorum.

Konu bir "cenaze" olmalı diye
bekliyor kulaklarım. Sevilen bir aile büyüğünün amansız bir kaybı.
Garanti h?s?m ikisi, bugün defin var, sinirler iyice yalama olmuş,
gözyaşları yer, mekan saat dinlemiyor. Senaryo hazır, oyuncular
karşımda, yaslanmış arkama kulaklarımı yolladım yanlarına.

..................................

Gözyaşları
sel gibi akıyor mübağlasız. Hani benim bile ağlayasım geliyor etrafa
saçtıkları hüzün kokusundan. Kulaklarımın hassaslığı, onların volume
ayarlayamadığı sesleriyle birleşince, "hayalet misafir" olarak bende
kayıveriyorum masalarına.

Hiç ellemeden noktasını virgülünü, minik bir bölümünü aktarayım derhal size;


-Tamam ben de biliyorum hayatın devam ettiğini, ben de biliyorum unutacağımı. Ama ya unutuncaya kadar geçen vakit nasıl geçeçek?

(Arkadaşı derhal veriyor cevabını);

-Geçer
kızım geçer, eğer her gidene bu kadar ağlasaydık, gözyaşları eritirdi
yüreğimizi, ölür giderdik zaten. Daha çok yeni, 4-5 saat oldu ya
ayrılalı, o bakımından... Bak haftaya geçer gider...

-Geçmez ya,
geçemez... Ben çok kötü aşık oldum bu sefer diyorum sana. 20 gündür
beraberdik ya... Garanti 3 gün sallar beni bu ya. Offfff... çok da pis
zamanda bitti abi ya, tam yılbaşı ayağı... Şimdi kiminle gidecem ben
bara ya?

-Anladık be, anladık... 2 saattir bozuk plak gibi aynı
şeyi tekrarlıyorsun. Bir sus be kızım, bak birazdan okula gideceğiz,
milletin karşısına böyle mi çıkacağız? Devam et sen zırlamaya, bu halde
nah bulursun birini(!)

-Ya kuaföre uğrarız, o toparlar bizi. Ya
ben ne yapacağım şimdi yaaa... Eve kim getirecek beni, akşamları
kiminle konuşacağım saatlerce? Ya ben ölmek istiyorum yaaaa...

-Manyak
olma be... Değer mi onun için ölmeye? Ölsem ben ölürdüm, 3 ay
çıkmıştık, ayrıldık. Ha unutabildim mi? Tabii unutamadım, bak farkında
mısın bende ağlıyorum, sen anlattıkça benim aklıma o geliyor. Ama gayet
mutluyum ....la. Sana da buluruz birini. Ama sus sen evvel bir...

-Ya
salak salak konuşma be... Bu başkaydı diyorum sana. Ya ben ne salak
kızım yaa. Allah kahretmesin beee, şimdi bu dövmeyi ne yapacağım yaaa?
(Göbeğine sevdiği adamın(!) baş harfini kazıtmış ta...)

-Ben
dedim di mi sana harf yaptırma diye! Laf dinlemiyorsun ki... Ama takma,
onun da kolayı var, yuvarlatırız E nin kenarlarını, B olur, sorana da
isminin baş harflerini kazıttım dersin, olur biter...

-Aaaa, süpersin sen kızım ya... Evet, evet, öyle yapayım ben. Bak moralimi düzelttin.

.................................................. ..

Uzayıp
gidiyor dakikalar boyu bol gözyaşlı, sözümona "unutamam", "unutursun"
muhabbeti... 10 dakikaya yakın dinliyorum. "Kızım seninki aşk meşk
değil, hayatına bir renk lazımmış, tutmuş kolundan sokmuşsun oğlanı
hayatına, neyse kurtarmış çocuk canını" diyemiyorum, resmen içim içimi
yiyor. "Ölmek istiyorum abi yaa" dedikçe karşıdaki arkadaş, şeytan
dikiliveriyor tepeme; "ya kalk onu boğ, ya da at kendini şu iskelenin
üzerinden kurtul" diyor; kovalıyorum. Şiştikçe şişiyorum anlayacağınız.
Kurdukları cümlelerle "İnanamıyorum ya," sınırlarımı o kadar
zorluyorlar ki, vakit vakit indiriveriyorum gazeteyi, suratlarına
bakıyorum aptal aptal... Sonra da kendi terbiyesizliğime kendim kızıp
geri kapatıyorum yüzümü. Hani "sonunu nereye bağlayacaklar acaba"
beklentisi öyle bir döndürüyor ki başımı, bir tarafım "kalk git evine,
işe geç kalacaksın" derken, bir tarafım da "salak olma, dur, bekle,
dinle bak 'aşk'a nasıl elbiseler giydiriyorlar, defile müthiş, bir daha
bu kadar naklen seyredemezsin" diyor.

Onlar aka bir hızla
devam ederken "defile"lerine, "zeytin"ler geliyor aklıma. Konunun
anafikrini cebime koymuş olmanın rahatlığıyla, "acaba tepsilerin
dibinde bişeyler kalmış mıdır" düşünceleriyle geçiyorum doymuş olmanın
ağırlığıyla midesini sıvazlayan insanların önünden. "Dur evvel sizi bir
doyurayım gözlerim" kuralıyla, seyrederken tepsilerde ki yiyecekleri
aheste aheste, nasıl dalmışsam zeytinlerin büyüleyici cazibesine, bir
bakıyorum onlar da ellerinde tepsiler "müsaade fiyat misiniz"
kelimeleriyle giriveriyorlar zeytinlerle arama.

Zorunlu bir
gülümseme yollayıp, "afedersiniz, buyrun lütfen" diyerek, geçiveriyorum
arkalarına... 5 ayrı tepsi içinde, renk renk, şekil şekil duran
zeytinler başında, çok enteresan ve bir o kadar da düşündüren bir
konuşmaya daha tanık oluyorum.

-Almayacakmısın zeytin?

-Yok...
Ben zeytini soslu severim, yoksa alamıyorum tadını, baksana bunları
öylesine koymuşlar. Ayıp ya, insan bir tanesini soslar, ne ?ekil açık
büfe burası ya?

-Aman salla be kızım. Bak ben hepsinden 2-3 tane
alacağım tabağıma, bakacağım hepsinin tadına. Aslında hepsi zeytin, sos
dediğin sadece bir çeşni. Sen zeytin yeme alışkanlığına sahipsen,
soslansa ne farkeder, soslanmasa ne farkeder ki? Gaye zeytin yemek
değil mi?

.................................................. ....

Onlar çekiyor gidiyor masalarına. Ben elimde tabak, kafamda soru işaretleri, kalakalıyorum zeytinlerin başında.

"Haklı aslında" diyorum kendi kendime...

Genelleme yaparsak, bir çoğu böyle yaşamıyor mu?

Devir,
tek zeytinle yetinme devri değil, hepsinin tadına ayrı ayrı bakıp hatta
değişik soslarla lezzetlendirip öyle yeme devri. Hatta işi iyice
abartıp, tepsilerdeki tüm zeytinleri birbirine karıştırıp, üzerine sos
döküp yeme devri. Yaş kaç olursa olsun, ağlasan da gülsen de, "lezzet"
arayışı hiç bitmiyor. Damağa en müsait gelen tadı bulana kadar, tüm
tepsiler didiklenip duruyor, sonra o lezzet alışkanlık oluyor. Bir
zaman kadar o lezzetle doyuyor karınlar, sonra birisi aynı yiyeceğin
içine farklı bir baharat katılmış bir şeklini koyuyor tepsiye, günler,
aylar, hatta belki yıllar yılı nasıl yediğini unutuveriyor insan,
hurraa koşuveriyor di?er tepsinin başına... Atılıveriyor yıllar yılı
damağa yerleşen lezzet, yeni lezzetin peşinden koşuveriyor mideler...

Sorular, sorular, sorular... Bir tanesi kafama takıldı, bir de size sorayım dedim;

"Aşk"
aslında bir zeytin tanesidir; rengi tektir. Biz onu alırız, bir takım
işlemlerden geçirir, rengini değiştiririz. İçine biber koyar adını
değiştiririz. Envayi çeşit soslara bular, damak tadına hitap etmesini
sağlarız. "Zeytin nasıl daha lezzetli bir hale getirilir" düşüncesiyle,
oynayıp dururuz.

Özetiyle şu soru; Ne yaparsan yap, neye
bularsan bula, gaye sadece "zeytin yemek" midir acaba? Daha açık
şekliyle; Aşık olmak istediğimiz için mi aşık oluyoruz yoksa?